Zafer Kalaycıoğlu
Firdevs Karıman - Makedonya’dan İstanbul’a Bir Yaşam Öyküsü
Benim İlk Çocuğum, İlk Hocam, İlk Yoldaşım
Hayatta kendi ezilmişliğinin sancısını çocuğu çekmesin diye yavrusunu nüfusa geç kaydettiren babalar vardı. Gün gelip de askerde, okulda, sokakta kendisine eziyet edebilecek; fikrine yaşından ötürü itibar etmeyecek insanlara karşı çocuğunu koruyan babalar… Ali Bey’in babası da bu babalardan biriydi. Oğlunu iki sene geç yazdırarak gelebilecek tehlikelerden onu korumak istedi.
Ali beyin çocukluğunun ilk hatırası ,en değer verdiği varlıkların ona bir kardeş dünyaya getirmesiydi. Artık yeni bir misyonu vardı hayatta. Abi olmak, korumakla yükümlü olduğu bir cana daha güzel bir dünya bırakmak için çabalamak.
Geçmişe dönüp baktığımda en net hatırladığım ilk anım erkek kardeşimin doğduğu gün. Bir gün annem ve komşu teyzeler avluda oturup yaprak sarması sararken ortalık karıştı. Bir anda telaşe oldu apar topar odaya geçildi ve yüzüme kapılar kapatıldı. İçeride olan biteni çok merak ettiğimi hatırlıyorum. Sonra erkek kardeşim oldu.
Yetişkinlik hayatı boyunca kendi çocukluğuna baktığında iki şey onu mutlu etti; ilki çocukluğunun unutulmaz bayramları, ikincisi de hayatı boyunca attığı her adımda kendisinden izler taşıdığına inandığı babasının anlayış ve saygıyla oluşturduğu sevgi dolu günleriydi.
Çocukken uslu bir çocuktum. Erkek kardeşim çok haşarı bir karakter olduğu için belki de uslu algılandım. Babam yaz olduğu zaman beni ve erkek kardeşimi başka dükkanlara çırak olarak gönderirdi. O dönem kasaba geleneklerinden biri de buydu. Çocuklara beceri kazandırmak önemliydi. Ben bir sene marangoz çıraklığı bir sene de terzi çıraklığı yaptım. Evimde küçük bir marangoz atölyesi vardır. Terzi olarak da eşime elbise dikecek becerim vardır (gülüyor). Babam para kazanmanın ne demek olduğunu ve paranın kıymetini bize gösterdi diyebilirim. Kardeşim ve bana 5 lira harçlık verirdi. Bizde gider sabahtan bir çuval salatalık alırdık. Akşama kadar satış yapardık. Akşam saydığımızda bir bakardık bizim beş lira altı buçuk yedi lira olmuş. Hemen artı parayı kumbaraya atar ,bir sonraki gün üzüm alıp yine aynı döngüde devam ederdik. Yaz sonu artık sonbahara girince biz o kumbaradaki para ile erkek kardeşim de ben de kendimize kırtasiye alışverişi ,okul üst başı alabilirdik .Hatta cep harçlığımız bile kalırdı. Ve biz bundan çok keyif alırdık. Sanıyorum ki babam da o sorumluluk duygusunu bize yüklemiş olduğu için keyif alırdı.
İlkokul da kendisine ekol ola Alaaddin hocayı şu sözlerle anlattı:
Alaaddin Hoca, okuma merakını aşıladı. Sınıfın en çalışkan öğrencilerine her sömestr kitap hediye ederdi. Bu öğrencilerini mesleki hayatta da gündelik hayatta da aranan insanlar haline getirdi. İlkokulu başarılıyla bitirdim
Ortaokulu cumhuriyet değerlerine bağlı, çağdaşlaşma yolunda kendi yaşantısıyla örnek olan öğretmenlerle okudu. Başarısını, kendinden başka doğrusu olduğunu düşünmeyen insanlara kanıtladı.
Sonra hayata bakışının şekilleneceği Sivas’ta liseye başladı.
Sivas lisesi, cumhuriyetin temellerinin atılmış olduğu Sivas Kongresinin yapıldığı binaydı.. Bugün 4 Eylül müzesi olarak kullanılıyor. Kongreye katılan delegelerin yattıkları odalarda ders dinledik. Bu bizim ülkemize bağlılığımızı ,cumhuriyete bağlılığımızı önemli ölçüde etkilemiştir. Ben o yaşlarda bile bu ülkenin ne zorluklarla ve nasıl kurulduğunun bilincine o çatı altında varabildim.
Yaşamak Şakaya Gelmez Büyük Bir Ciddiyetle Yaşayacaksın
Her şeyin değişmeye başladığı dönem ailenin Ankara’ya taşınmasıyla başlıyor. Çıkmaz bir sokakta açtıkları bir bakkal dükkanı da bu dönemde Ağzıtemiz ailesinin işletmesine geçiyor ve babaları ölene kadar da öyle kalıyor.
Ankara’daki lise hayatı başarıya adanmış bir hayat için pek çok zorluğu da beraberinde getirdi. Ali beyin eski başarılı günleri ülkenin atmosferinden ve ekonomik kaygılarından ötürü bir düşüş yaşadı. Kendine inanmaktan vazgeçtiği bir dönemde üniversite sınavına girmesi gerektiği gerçeğini kabullenmeye çalıştı. Ama bu o kadar kolay olmadı. Arkadaşının ısrarının tesiriyle sınava girdi. Sınav sonuçlarından edindiği başarıyı gazetede kendi ismini görmesiyle öğrendi. Herkesin daha kısa bir öğrenim seçmesi fikrine karşı, yıllardır hayalini kurduğu Hacettepe tıp fakültesini seçti.
Hacettepe İhsan Doğramacı’nın yeni kurduğu vaha gibi bir kuruluştu. Aslında çok küçük bir yerdi ama İhsan Doğramacı o yıllarda Amerika’dan tıp fakültesini yönetecek kadroları teker teker seçerek ki o dönem çok genç kişilerdi (Münci Kalaycıoğlu, Atalay Yörükoğlu, Nusret Fişek, Yılmaz Sanan, Hüsnü Göksel ) fakülteyi kurmuştu. Hepsi bizim idolümüzdü. Benim basım sıkışınca gittiğim kişi Atalay Yörükoğlu’ydu. O bana kendince en doğru yolu gösterirdi. 150 kişi girdik , 111 kişi mezun olduk. Bizde entegre sistem vardı ,okurken klasik tıp eğitiminden farklı olarak organlara yönelik ya da bugünkü deyimle fonksiyonel tıp olarak isimlendirilen sistem okutuluyordu. Fakültenin ilk yıllarında çok az sayıda öğrenci vardı. Tıp fakültesi tüm diğer bilimlerle birlikte sağlık bilimleri fakültesi olarak geçiyordu. İçinde sosyal hizmet bölümü , sosyoloji, psikoloji ve biyoloji bölümü vardı. . Sayı azdı hemen hemen tüm öğrenciler birbirini tanırdı. Barakalarda geçen bir öğrencilik dönemiydi bu.. Öğretim elemanları ile ilişkiler çok iyiydi. Bir öğrenci derneğimiz vardı. Derneğe fakülte bütçesinden ödenek ayrılırdı. Bu ayrılan bütçeyle öğrencilerin kendi sorunlarını kendi sorunlarını çözmeleri desteklenirdi. Dernek , kafeterya yönetiminden tutun da pek çok kültürel faaliyetin de organizasyonunu yapardı. Süreç içerisinde bu dernekte de yer aldım. Çok çeşitli insanlarla tanışma sansım oldu.
Okulda o dönem sosyalist hareket de ivme kazanmıştı. Aslında siyasi kamplaşmanın hakim olduğu, değişik rüzgarların estiği bir dönemdi. Ülküde muhafazakar politikacılar ile daha gelişmeci politikacılar arasında gecen çatışmalar üniversiteye de yansımıştı.
Öğrenciler arasında sorgulayıcı bakış açısı hakimdi. Çünkü o donemde bu denli bilgiye erişim imkânı yoktu. Yeterli bilgiden yoksun olunduğunda bir şeyi savunmanın getirdiği zararlar da çoktu. Zor yıllardı bir gün önce gördüğün arkadaşının ertesi gün ortadan kaybolması çok travmatik durumlar yarattı çoğumuzda. İstenilen sadece daha iyi koşullarda eğitim ve daha mutlu yaşayan bir Türkiye özlemiydi. Bir yığın genç bunun için çırpındı. Bu süreç elbette kolay geçmedi ve Türkiye’de şiddet ortamının sürekliliğini teşvik eden iktidar, silahlı çatışmalar dönemine zemin hazırladı. O yıllar hayatımda en acı çektiğim dönemdir. Bir yandan gördüğüm ve duygularını bildiğim insanlar birilerinin kurşunlarına hedef oluyor sonrasında onlar kendilerini savunmak istediğinde bir çıkmaza sürükleniyordu ve bu çıkmaz yol 12 Mart ile sonuçlandı.
Ben bu kargaşalar içinde fakülteyi bitirmek üzereyken öğrenci birliğinin başkanı oldum . 12 martta öğrenci birliği başkanıydım. Üniversite Yönetimi ile ilişkiler iyi değildi. Sistemden yana tavır alan hocalar vardı ve yapılan bir yığın iyi şey bir anda yok olmuştu. Statükodan farklı işler yapan bir eğitim sistemi varken, yönetim bunun tersine yönlendi .
Mezuniyetimin son aylarına gelmişken ben ve kız arkadaşım Meltem tutuklandık. O geri bırakıldı ancak ben yaklaşık bir sene kadar Mamak’ta tutuklu kaldım. Orası benim için apayrı bir üniversite görevi yaptı.
Seni Seviyorum Demek Bahtiyarlığından
Ali Bey hayatının dönüm noktalarından birini üniversitede yaşıyor. Önce inandığı doğruların peşinde kendini gerçekleştirmeye yönelik bir yola baş koymuş sonra baş koyduğu yolda yürüyen bir kadınla aynı doğruları bir hayat boyu paylaşmaya karar veriyor. Eşi Meltem Hanım ile ilişkisini şu şekilde dile getiriyor:
Benim insan ilişkilerinde önemsediğim ve önemli gördüğüm alanlardan bir tanesi paylaşabilmektir. Yani bazı şeyleri paylaşabiliyorsak, bir arada bir şeyler yapmayı ya da birlikte olduğunuz insanın başarısından keyif almayı becerebiliyorsak ne mutlu bize. Bizim dünyaya bakış açımızda çok ortak noktalar vardı. İkimizde dünyaya aynı duygular ile baka biliyorduk Bizi bir arada tutan nedenlerden biriydi bu. İkimiz de daha yaşanılası yapmak istiyorduk Türkiye’yi. Burada çektiğimiz sıkıntılar , zahmetler olsa da dayanma temelimiz buydu. Bence insanlar birinin siyah dediği yerde birinin beyaz diyerek ayrışmasıyla değil de gri alanda ortak bir yerde buluşabilmeli. Benim önemli gördüğüm bu paylaşımı biz eşimle sağlayabildik.
Kar Yağıyor Karanlıklara. Kar Yağıyor ve Ben Hatırlıyorum. Kar…
Mecburi hizmet dönemi onun için çok yabancı bir yeri Malatya Pütürge’yi işaret ediyordu. Kar, kış, ölüm ve baskı altında pek çok çocuğa ve mahrumiyet bölgesinden başka bir hayatın var olduğunu bilmeyen yetişkinlere umut oldu. O günleri kendisi de şöyle anlatıyor:
Bir gün sağlık müdürü beni aradı ve dedi ki bir kadın var doğuramamış hemen ona gidip yardıma etmelisin dedi. Ben hangi olanaklarla onu doğurtacaktım ? Artık bilemedim tabii ama gitmeden de olmazdı. Tabii ki doğru o köye gittim. Tam olarak gidişim 8 saat sürdü. Ben gidinceye kadar köy ebesi zaten kadınla ilgilenmiş. Kadının karnı enfeksiyon kaplıydı ve kötü durumdaydı. Kadıncağızı taşıyabilecek sadece tabut vardı. Hemen tabuta koyduk, köyden de insanları örgütleyip aracı bıraktığımız yere kadar tabutun üzerinde getirdik. Sonunda kadını hastaneye ulaştırdık ,tedaviye başladık ancak imkanlar çok kısıtlı olduğundan hastayı Malatya ‘ya göndermem gerekiyordu .Hava koşulları o kadar kötüydü ki helikopter dahi gelemiyordu. Biz kendi koşullarımızla elimizdeki hangi antibiyotik varsa kullanarak tedavi etmeye çalıştık. Yol açılana kadar hayatta tutmayı başardığımız kadını sonunda Malatya’ya gönderebildik. Tedavi sonrasında iyileşip geldi.
Benim İçin Yapılmamış, Bana Göre Düzenlenmemiş Bir Hayata En Büyük Karşı Çıkışım
Ankara’da ihtisasımın bitmesi ile birlikte eşimle İzmir’e gitmeye karar verdik. Eşim Ege Üniversitesi Toplum Sağlığı Enstitüsüne kabul edilmişti. Eş durumundan tayin için SSK’ya başvurdum. Ancak benim tayinimi Rize’ye yapıyorlardı. Fark ettim ki benim tayinim İzmir’e olmayacak. En sonunda SSK Genel Müdürlüğü’ne çıktım ve onun ağzından son kararı duymak istediğimi söyledim. Genel Müdür Yardımcısı yanında bir havacı Albay varken beni kabul etti. Biliyordum ki İzmir’de SSK Tepecik Hastanesinde bir tane Enfeksiyon hastalıkları uzmanı vardı .750 yataklı hastanede bir kişi. Ben ikinci uzman olarak tayin istediğimi belirttim. Müdür yardımcısı buna gerek olmadığını belirtip biz işimizi teknisyenlerle orada yürütebiliyoruz sizi niye tayin edelim ki dedi. Çok zoruma giden bu cevapla birlikte o anda istifa etmeye karar verdim. Masadan kâğıdı çektim ve orada istifa dilekçemi yazdım. Ben hizmet etmek isteyen bir uzmanken siz bana bu şansı vermediniz anlıyorum ki hiç vermeyeceksiniz. Çünkü uzman bir doktorun teknisyenle olan farkını değerlendiremiyorsunuz.
Tek Kişilik Dev Kadro
Ali beyin adeta kendinden kendisini doğurma süreci de bu istifa sonrası başlıyor. Doğru insanlarla karşılaşmak gelecek dönemlerinin inşasında yardım ediyor. Öyle ki bu süreçte kayınpederinin desteği sonrası laboratuvarı açma noktasında malzemecilerden aldığı destek hayatının bambaşka bir dönemine ve hekimliğinin başka bir boyuta taşınmasına yardımcı oluyor
İzmir’de Üniversite ortamı da çok tehlikeli zorlayıcı durumdaydı. Hayatımı kazanmak adına muayenehane açmayı düşündüm. Ancak kayınpederimin laboratuvar açmam adına beni desteklemesi ile kendi laboratuvarımı açabildim. İşimi para karşılığında yapmak beni o kadar mutlu etmese de buna mecbur kaldım. Zamanla laboratuvar kendisini döndürmeye başladı. Ben zaten para kazanma hırsıyla hareket eden bir adam değildim. Öyle ki o süreçte laboratuvarda tek çalışan bendim. Laboratuvarı ben açıyor, yerlerini ben paspaslıyor, tüplerimi kendim yıkıyor, tetkiklerimi kendim yapıyor ve raporu da ben yazıyordum. Tek kişilik Ordu diyorlardı bana. Ama öyle kıymetli oluyor ki bazı şeyler. Ben süreç içerisinde laboratuvar malzemeleri borcumu ödedim. Hiç Kimseye borcumuz kalmadı , elime geçen en ufak parayla da laboratuvarı teknolojik olarak daha da geliştirmek adına çalışmalar yaptım. Her artırabildiğim miktarla yeni bir cihaz almak, yeni bir yönteme yönelmek gibi şeyler yaptım. İzmir’de o yıllarda daha çok yapılamayan tetkikleri yapmak adına çalışmalar yaptım, bu alana yöneldim ana hedefim zaten aranır bir kurum olma yönündeydi. Artık kişiler arasında bunu yapsa yapsa burası yapar diye bize yönlendirmeler söz konusu oluyordu. Giderek büyüdük ve İzmir’in tanır bir Kurumu olduk.
Bu işte önemli olanın para kazanmaktan öte insanlarla kurulan ilişki olduğuna inandım. Minimalist bir anlayış ile başlayarak süreci ilerlettim. Çünkü bizim mesleğimiz insanların güvenine dayalı bir iş. Bir yanıyla evet bilimsel bir çalışma alanıdır ancak öbür taraftan da insanların kendi eşlerine bile anlatamadıkları mahremlerinin seninle paylaşıldığı bir güven alanıdır. Dolayısıyla o güven ilişkisini etik anlamda sağlamaya yönelik bir ahlaki duruşum vardır. Bugüne değin onu korumaya çalıştım . Aynı zamanda kendi alanımızda yapılmayanları yapmaya çalışarak o yıllarda üniversitelerdeki, kamu kurumlarındaki teknolojik eksikliğin bir miktarını bile olsa kendi çapımda azaltmaya çalıştım.
Susulanlar: Gönlümle Baş Başa Düşündüm Demin;
Kamudaki bir meslektaşımdan daha farklı ve daha özgür bir konumdaydım. Yararlı gördüğüm her alana tartışmasız girebiliyordum. Bu da benim açımdan mesleki doyumu tavan yaptıran bir şeydi .Bu açıdan hiç pişman olmadım. Çalıştığım her yıl bu heyecanı yitirmeden sürdürmeye çalıştım. Hala aynı heyecanı duyuyorum Örneğin dün oradaydım (laboratuvarı) ve önümüzdeki 1 yılı planlamaya çalıştık. Tabii hekimlik öyle bir şey ki bir yanıyla da toplumsal bir meslek. Kendi çapımızda hep ilk sorunu tespit etmek ve farkına varmak hem de bu sorunlara çözümünün bir parçası olmak önemliydi. Bu açıdan meslek odalarımız bizim için önemliydi.
İzmir’de kendisi gibi gelecek nesli eğitimle değiştirmek isteyen insanlarla , pek çok vakıfla çalışmalar yürüttü. Bu insanlardan biri de Türkan Saylandı.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin İzmir kurucuları arasında eşimle birlikte yer aldım .Türkan Saylan‘ı hocam olarak da meslektaşım olarak da bir ablam olarak da çok severim ve saygı duyarım. Türkiye’nin çok büyük bir beynini yitirdiğini düşünüyorum çünkü hakikaten dur durak bilmeyen bir insandı. Ülkesi için yüreği atan tam bir cumhuriyet kadınıydı.
Bugün geriye dönüp baktığımda isteyip de başaramadığım kuşkusuz çok şey olmuştur. Ancak beni hala heyecanlandıran, etrafımda çabasını gördüğüm herkesle başarabildiklerimi paylaşmak oluyor.
Babadan Oğluna Kalan En Değerli İlkeler
Yaşamımda bana olmazsa olmaz gibi gelen ilişki niteliklerinden bir tanesini ben babamdan öğrendim. Mirasında bana bıraktığı en önemli şey yalan söylememektir… Ben hayatımda yalan söylemedim ve yalan söylemeyi de beceremeyen bir insanım. Çok masum pembe yalanları bile söylemekte zorlanırım. Yani insan ilişkilerinde yalanı kullanmamak çok önemli benim için. İkincisi yerine getiremeyeceğiniz bir sözü vermemeniz lazım. Eğer bir şey yapamayacaksınız ve sözünüzü yerine getiremeyecekseniz karşınızdaki insanın sorununu çözmek için onu gereksiz yere umutlandırmamanız gereklir. Çünkü bunun size geri dönüşü daha yaralayıcı olabilir. Üçüncü olarak da hayatımda değer verdiğim ilkelerden biri de , hasetle hareket etmemektir. Bunu meslek hayatımda incitmeden, kırmadan uyguladım. Mutluluğu bu hayat ilkelerimle yaşayarak buldum. Paylaşmayı, üretmeyi, faydalı olmayı mutlulukla böylece birleştirdim.
Başka Bir Yaşlılık Mümkün Diyerek Bir Yola Başladım
Vallahi bulunduğumuz yaş ,Türkiye ortalamasını hemen hemen yakalamış durumda artık, olgunluk yaşlarına doğru gidiyoruz ve zamanımızın da çok kıymetli dönemlerine giriyoruz. Onun için bu dönemde etrafımızdaki insanların ne gibi ihtiyaçları var zaman zaman düşünüyorum. Yaşamla ilgili çok fazla çaba göstermemiz gereken yaşları geçtik. Ama aynı zamanda bu birikimleri paylaşmamız gereken yaşlardayız. Bunu mümkün kılmak için, yaşlılıkta iyi diyaloglar kuran kişilerin bir arada yaşayacağı bir köy kuralım diye bir proje ürettik. Ankara Fen Liseli arkadaşlar bunu düşünmüşler. 5-6 senedir bu konu üzerine tartışıyorlarmış. Ben yapı olarak atak biri olduğumdan “Hadi bunu fiiliyata geçirelim, öyle tartışma ile olmaz “ dedim .Hemen bir kooperatif kurarak faaliyete geçirdik ve on sene sonunda bu yıl o kooperatifte yerleşim başladı. Üçüncü Bahar ismi. Şu an bu kooperatife 130 ortak, yaklaşık 170 dönümlük bir arazi içerisinde tarım Kooperatifi ve işletme kooperatifi şeklinde organize oldular. Bunlar bizim gençlik yıllarımızdan arkadaşlarımız. Farklı meslek gruplarından ve farklı yaşlardan olan bir topluluk . Bu köy bir sosyal tesis olacak; burada dinlenme tesisleri, pastane, lokanta, çamaşırhane ,misafirhane ,kütüphane ve hobi alanları mevcuttur. Ayrıca kapalı- açık yüzme havuzu, sebze bahçeleri olacak. 4000’e yakın zeytin ağacı dikildi. Bu ürünlerin toplanması yapılıyor ve değerlendiriliyor. Ben burada zeytin hasadı ile ilgili çalışmalar yaptım. Bu kış yüzlerce ağaç diktik. Oldukça büyük yaşta büyümüş ağaçları getirdik. Önümüzdeki sene her taraf yemyeşil olacak.
Birdenbire Toprakta Bir Şeyler Kımıldadı. Bir Şeyler Konuyor, Karanlıkta Ağaçlar.
Ali Bey’in bakış açısındaki toplumsal vurgunun pek çok projenin hayata geçirilmesinde ve yürütülmesinde etkisi mevcuttu. Mutluluk sebebinde bile üretmek, hayata geçirmek olan bir kişiden de beklenecek düzeyde pek çok açıdan sunduğu katkıları kendisi şu şekilde aktardı:
Bir gün İzmir’de laboratuvar açmak için Ankara’dan bir abimiz geldi. İzmir’e gelip laboratuvar açacağına , kültür antibiyogram disklerini Türkiye üretmiyor, gel bunları Ankara ‘da üret ve sat dedim . Sonra Remzi abi Ankara ‘ya döndükten 6 ay sonra bana bir paket gönderdi. Hadi bunları kullan bana sonuçtaki yorumlarını bildir dedi. Gerçekten çok kaliteli bir ürün üretmişti. Türkiye’de bir üretim açığı kapanmış oldu. Şu an Remzi abinin bütün dünyayı antibiyogram diski pazarlayan bir fabrikası var. İsviçre dahil her yere ihracat yapmakta.
Yıllar önce Ankara Tabip Odası yönetimindeyken hekim arkadaşlar ile ihtiyaçlarımızı konuşurken farmakolog hocamıza dedim ki bizim tıp eğitimimizde farmakoloji eğitimi sınırlı, ilaçların yan etkilerini etkileşimlerini anlatan bir kitap yok dedim. O sırada TÜBİTAK’ta çalışan Selçuk Alsan abimize bir kitapçık hazırlatsak ve hekimlere bunu dağıtsak diye düşündük. Aradan 3 ay geçti. Bana yazmış olduğu yaklaşık 650 sayfalık kitabı gösterdi ve ben de inceledim. Aslında hemen hemen tüm eksiklere değinmişti ancak ben şunlar da olsa nasıl olur deme gafletinde bulundum .Bu kitabın 2 ciltlik 1500 sayfalık bir kitaba dönüşmesine yol açtı. Ancak o sırada Ankara Tabip Odasının bunu bastıracak parası yoktu. Kazım Türker hocaya dedim ki TÜBİTAK’ın olanaklarıyla bunu bastırabilmemiz mümkün müdür ? Ayrıca sizde bir farmakolog olarak denetleyin. Kitaba baktı ve dedi ki bu çok önemli bir kitap olmuş. Dolayısıyla siz bunun sadece kâğıt masrafını karşılayacak olursanız baskısını yapalım. Kitap piyasaya çıktığında basım ücretinin çok ötesinde bir kazanç sağladı. Kapış kapış gitti o yıllarda, çok önemli bir eksiği kapattı. Türkiye’de yıllar sonra Nobel kitap Evi’nden birkaç baskı daha yaptı .
Yine bir gün eczacı bir arkadaşla konuşurken böyle bir şey yaptık dedim kitapları gösterdim. Ancak bunların artık güncellenmesi gerekiyor dedim. Güncelleme artık ancak bilgisayar ortamında olabilirdi ve birisinin aktarması gerekiyordu. Arkadaşım bana o kitabı verebilir misin dedi. Birkaç zaman sonra geldi ve dedi ki biz bunu bir program olarak geliştirmek istiyoruz. Ben buna çok sevindim. Şimdi yaklaşık 10-12 senedir hastanelerde ve eczanelerde bu program kullanılıyor. Prof. Dr. Levent Üstünes RX Media adında bir anonim şirket kurdu ve 50’ye yakın kişide burada çalışıyor. Bu fikrin hayata geçmesi beni çok mutlu etti.
Son Söz Olarak – İyi Ki Yaşadım
Ben ayakları yere sağlam basan bir insanım. Uçuk fikirlerim olmadı, Maceracı bir insan olmadım hayatımda. Geriye dönüp baktığımda kendimi şöyle tanımlıyorum ;ben hayatımı çalışarak ,çok çaba göstererek, bilmediğimi öğrenerek ve bunun için çabalayarak var etmeye çalıştım. Yaptığım her şeyi isteyerek , keyif alarak yaptım ve bundan gurur duyuyorum. İyi ki yaşadım.