Ersin Varlık Aşlamacı

İlk Hatırladığım

Zaman zaman düşündüğüm, unutmaktan korktuğum bir anı var aklımda, aynı zamanda çocukluğuma dair hatırladığım ilk anı da bu. 2 kız kardeşiz biz. O 1.5 yaşlarında ben de 4 yaşlarındayım o sıralar. Onun beyaz elbisesine bakıyorum -kıskançlıkla değil sevgiyle- odanın yanında da bir büfe var. O kadar canlı bir hatıra ki bu benim için, benliğime kazınmış sanki.  

Anneannem ve Dedem 

Çocukluğumda beni en çok etkileyen belki de bütün kişiliğimin oluşumunu sağlayan anneannem ve dedem. Belki de annem ve babamdan bile önce gelen kişiler benim için. Çünkü bana karşı çok sevgi dolular. Onlar çok çok yoksuldu, bir gecekonduda oturuyorlardı ama onlarla olmak beni çok mutlu ediyordu. Evlerinde elektrik bile yoktu ona rağmen ben sürekli onlarla olmak istiyordum. O evle ilgili belleğimde hep güzel hatıralar var, uzun yıllar mutlu yaşadım orada. Evde iki somya vardı birinde hasta dedem yatıyordu, diğerinde anneannem ve ben koyun koyuna yatıyorduk. Civcivler donar diye anneannem 2 tanesini benim koynuma diğer ikisini de kendi koynuna koyup yatıyordu. Sabaha kadar onların pençelerini, hareketlerini göğsümde hissediyordum. Dedem karpuz kabuklarından, karton kutulardan arabalar, trenler yapardı.. beni bu şekilde mutlu etmeye çalışırlardı hep. 

Çocukluğum 

Kendimi hatırladım hatırlayalı hep her şeyi inceleyen bir çocuktum. Arkadaşlarım sokakta oynarken ben yerde yaprak gördüğümde onu incelerdim, damarlarına bakardım. Konuşmayı çok severdim, genelde büyükler beni fark ederdi, sorular sorardı. Mesela ‘Söyle bakalım en uzun yaşayan hayvan hangisidir?” Ama ben daha okula bile gitmiyordum. Ben de akıl yürüttüm sadece kedi hemen ölüyor, köpek uzun yaşamıyor, çocuk aklımca bildiğim hayvanları sıraladım kafamda ve insan diye cevap verdim. O sırada bir alkış koptu. Beni daha çok sevmeye başladılar, ben de bu şekilde konuşmayı, cevaplamayı çok severdim. Bu soruları cevaplarken kendimin farkındaydım ama kendini beğenmiş biri değildim asla. Yıllar sonra öğrendim ki kardeşim herkesin bana olan sevgisi yüzünden kin duymaya başlamış. Benim insanlara kendimi sevdirmek için numara yaptığımı düşünüyormuş. Çalışkan bir çocuktum hatta birinci sınıftayken büyüklerin de katıldığı bir şiir yarışmasında ikinci olmuştum, birinci de bir öğretmendi. Ödül olarak bir dolma kalem verildi bana. Kardeşim o dönem okula gitmiyordu ama annem-babam sahnenin arkasından 2.5 lira verip kardeşimi de ödül almış olarak gösterdiler. Ben çok çok mutlu biriydim hep sevecendim. Çocukluğuma dair mutsuz bir anım yok gibi. Aslında şu an da öyleyim, 128 saksı çiçeğim var sürekli onlarla konuşurum, sevgimi veririm. 

Ailem 

Klasik bir ailede yetiştim yani dönemine göre öyle. Babam işe gider, annem evde dikiş dikerdi ev işlerini yapardı. Annem dominant, otoriter biriydi. Babam dışarıya karşı sinirli görünse de annemin dediği olurdu. Annem hepimizin hayatına da karışmaya kalkardı. Ancak ben özellikle büyüyünce annemi kendi işime çok karıştırmadım. Babam ise hayatı boyunca kendini farklı göstermeye çalışan biriydi. Yani hep doğaüstü bir varlıkmış gibi gösterirdi. Belki başkaları için yaşayan desek daha doğru olur. Parayı severdi ama harcamayı sevmezdi. Annem de tam tersi gösterişi seven biriydi. Bundan dolayı aralarında sürekli problem olurdu ama kavgalarını hiçbir zaman bizim yanımızda yaşamazlardı. İşte ben böyle bir ailede yetiştim. Mesela ben çocukluğumda ailemin evini değil anneannemin evini özlerim. Çünkü orda gördüğüm sıcaklığı hiçbir yerde görmedim, hissetmedim. 8 yaşındayken önemli bir kalp rahatsızlığı geçirdim o yüzden bana hoplamak zıplamak yasaktı. Bundan dolayı sokak oyunlarına hep özlem duydum ama etrafı sürekli inceleme isteğim bundan dolayı oldu. Hatta 12-13 yaşlarında bu rahatsızlıktan kurtulunca dut ağaçlarına tırmanmaya başladım küçüklüğümde yapamadığımdan. 

Resim ve Müzik

Küçükken dikiş nakış gibi el becerisi isteyen işlerde çok iyiydim. Resim çizmeyi çok severdim, şarkı söylemek inanılmaz güzel gelirdi. Bir yerde şarkı söylenecekse herkes benim başlatmamı beklerdi. Benden 5 yaş büyük bir amcam vardı bana akordiyonu bırakmıştı. Kendi kendime onu çalmayı öğrenmiştim. Ders çalışma formülünü de bulmuştum; renkli kalemlerle not tutardım. 4. sınıftan itibaren öğretmenimizin ağzından çıkan her şeyi not alırdım, daha sonra eve gelip renkli kalemlerle tekrar temize geçirirdim onları. Sınavlarda da sorulduğunda sayfanın neresinde olduğunu hatırlardım. 

Öğretmenlik Hayalim 

Öğretmenimiz çok iyiydi, derslerde bir şey öğretirken canlandırarak öğretirdi. Ben de kendi öğretmenimi örnek alıp onun gibi olmak isterdim. Çocuklara karşı çok sevecen, yardımsever, iyilik dolu. Çocukluğumdan beri yazmak, okumak ve öğretmen olmak benim için vazgeçilmez ideallerdi. Hatta okula biraz erken gidip öğretmeni olmayan sınıflara güya öğretmenlik yapmaya kalkardım. Tabii çocuklar bendeki okul formasını gördüğünden inanmayıp sözümü dinlemezlerdi. Daha sonra Çapa yatılı öğretmen okulunu kazandım ama bu kalp rahatsızlığım ortaya çıkınca giremedim. Dolayısıyla bu olaylardan dolayı liseme de 1 ay geç başlamış oldum.. Orda da derslerin başını kaçırdığımdan bir süre sonra anlamamaya başladım ve her şeyi bıraktım. Bir, iki, üç almaya başladım. Bu notlar da hayatımda hiç olmadığından herhalde benim çok hoşuma gitmeye başladı. Ve ben o sene sınıfta kaldım, öğretmenlerim yaz okuluna kal orda geçirelim demesine rağmen laylaylom yapıyorum hiçbir şey umurumda olmamış gibi. Hayatımı bir film olarak çekmeye kalksam panoda adımın yanında kaldı ifadesini gördüğümde kafamda canlanan odunu koyardım, o odun dank diye kafama vurdu. İlk defa hayatımda o kadar üzüldüm, o zaman anladım bunun ne demek olduğunu. Daha sonrasında hep takdir ve teşekkürle geçtim liseyi. 

Arkadaşlıklarım

Çevremde kıskançlık ve dedikodu yapan kişileri fark ederdim ve onlardan uzak durmaya çalışırdım. Mesela ortaokulda çok kişiyle arkadaş olduğum için samimi arkadaşım yoktu. Bu benim çok üzüldüğüm bir şeydi, niye benim sırdaşım, çok samimi arkadaşım yok derdim kendi kendime. Öbür kızlar kol kola girip fısıldaşırken neden benim böyle samimi arkadaşım yok derdim. Ben biraz daha ortadaydım. Lisede de yine kız-erkek fark etmeden arkadaşlarım çok vardı. Kendi kendime neden kimse bana arkadaşlık teklif etmiyor diye sorgulamaya başladım. Arkadaşlarım o dönem Ersin’in babası boksör, çok sinirli biriymiş diye kendi aralarında konuşuyorlarmış. Okul bittikten sonra öğrendim bunu. Ben sana aşıktım ama babandan çekindiğimden söyleyemedim diye itiraf etmişlerdi. 

Geleceğimi kendim çizdim

Lise sondayken kendi kendime geleceğimi düşünürken ben üniversiteye gidemeyeceğim dedim. Ben kısa yoldan çalışma hayatına atılmak istedim. Bizim dönemimizde de öğretmenlik bir bankacı kızlar ikiydi. Liseden veya ortaokuldan mezun olanlar bankacı oluyorlardı. Bizim sınıfta da bir banka müdürünün kızı vardı. Bizden çok zengin bir kızdı, giyinişinden ayakkabısından falan bu belli oluyordu, farklıydı. Ona gittim babandan benim için bir randevu alır mısın dedim. Adam da Eyüp’teki Garanti Bankasının müdürü. Sonra randevu alınınca üstümdeki okul formasıyla babasının yanına gittim, kendimi tanıttım. Sizin kızınız üniversite hayatına devam edebilir ama benim böyle bir şansım yok dedim. Yani okul üçüncüsü olarak bitirdim, istediğim üniversiteye girebiliyorum ama üniversiteye gitme şansım yoktu. Ben bankaya girmek istiyorum bana yardımcı olur musunuz dedim. O da kızım ben bizim şube için bir şey yapamam ama istersen garanti bankasına bir başvuru yap, ben de sana bir referans mektubu yazarım dedi. Ben bitirme sınavlarını hallettikten hemen sonra eylül ayında Garanti Bankası Balat şubesinde işe başladım. O yüzden ben insanlara şunu söylerim her zaman. Ben işimi, eşimi, aşımı kendim buldum. Tabii orda bir ay dayanabildim ulaşımı zor olduğundan. Daha sonra Akbank’ta işe girdim, burada devam ettim 7-8 sene. 1981 yılında ise çok başarılı bir memur olduğum halde bana şef muavinliği verilmediği için protesto ederek Pamukbank’a geçtim. 

Evliliğim

Annem hayatımızı kendisi yönetmek isterdi, hep müdahil olurdu. Liseyi bitirip bankada çalışmaya başladığımda annemi karşıma aldım. Bak anne, ben size yalan söylemek istemiyorum ama ben istediğim hayatı yaşamak istiyorum ve yaşayacağım da. Ben istediğim şeyleri yapmak istiyorum. Bana görücüler geliyor, bilmem kimin oğlu avukatmış falan beni hiç ilgilendirmez. Ben evleneceğim kişiyi kendim bulacağım dedim. Evet babama şurada tanıştık, istemeye gelecek deyip idare edebiliriz ama ben seçmiş olacağım. Nitekim eşim yaşadığım yeri, Alibeyköy’ü bilmeyen bir insan ama biz arkadaşım vasıtasıyla tanıştık. Arkadaşım ona benim numaramı verdi, biz konuşmaya başladık. Bir gün eşim, telefonda bana bir şiir okudu ben de bundan çok etkilendim. Biz daha sonra buluşmaya karar verdik hep beraber. Orda tanıştıktan, konuştuktan sonra eşim bana biz artık baş başa buluşabilir miyiz, dedi. Biz de öğle tatilimde birkaç defa buluştuk ve sevgili olduk, aşık olduk birbirimize. Eşim Rizeli ama biz hiç Rize’nin adetlerini bilmeyiz. Şubede Trabzonlu bir arkadaşım vardı. Ona dedim ki benim sevdiğim, görüştüğüm bir insan var ama babamı tanıyorsunuz. Sizden yalan söylemenizi istemiyorum ama Bülent şubeye gelmiş, Ersin’i görüp beğenmiş eğer istersen gelsinler görüşün, der misiniz dedim. O da önce Bülent’i görmek istedi daha sonra babamla görüştü. Yani yaptığımız yalan değildi ama kurmaca bir şekilde hallettik. 

Sürpriz Doğum 

Evliliğimin ilk yıllarında 5 sene boyunca çok istememize rağmen çocuğum olmadı. İkimiz de çocukları çok fazla severiz, bu yüzden çok üzüldük. Hatta çocuk esirgemeden çocuk almayı bile düşündük o süreçte. Daha sonra kız kardeşim evlenip  hemen hamile kaldı. Hayatı boyunca benim arkamda kalan, yani benden sonra gelen kız kardeşim bunu bir üstünlük olarak gördü. Hemen hamile kaldığı için hava atmaya çalıştı, bana böyle hissettirdi yani. Ondan sonra fark etmemiştim ama aynı zamanda ben de hamile kalmışım. Bu benim için çok büyük bir sürpriz oldu. Sanki ona inat yapar gibi. Daha sonra peş peşe doğum yapmış olduk, 2 ay arayla yani. Bankada çalışmak zorunda olduğumdan kızıma bakamadım. Kardeşimin çocuğuna da benim çocuğuma da annem baktı. 

90’lı yıllar 

90’lı yıllarda eşim iş bulamadığından ticarete atıldı. Ticaret sektöründe çekirdekten yetişen biri olmadığından ben buna karşı çıktım. Ama ortağı iyiydi, sektörü bilen biriydi, babasının da fabrikası vardı zaten. Birden çok fazla para kazanmaya başladı ve yaşantımız da değişti. Bu sırada ortanca kızımı da doğurdum ben, ilk kızımdan 6.5 yıl sonra. Ben kızımı kendim büyütmek istedim. İsteğe bağlı emekliliğe başvurup bankadan ayrıldım. Çocuğum 5-6 aylıkken sürpriz bir şekilde tekrar hamile kaldığımı öğrendim. Çok hareketli ve programlı ilerleyebilen biriyim, özgüven sahibi olduğumu düşünüyorum. O yüzden iki kızımın arasında 15 ay olması beni zorlamadı, ikisine de bakabildim. 

İflas

Bu ticarete atıldıktan sonra eşimi karşıma alıp konuştum. Senin yolun yol değil, benim en dibe vurduğumuz zamanla en paralı olduğumuz zaman arasında hiç değişimim yok; giyim, arkadaş, düşünce vs. Ama senin her şeyin değişti. Varken alıyorsun, varken alıyorsun, hep marka istiyorsun. Sonra öyle bir zaman gelecek ki kaybettiğinde bunalıma gireceksin, ticaret sonuçta bu dedim. Nitekim dediğim gibi de oldu, iflas etti. Üzüntüsünden 17 kilo verdi. Mercedes’ten başka bir şeye binemem diyordu satıldı hepsi. Mesela bir örnek veriyim, 6 kapılı gardırobumuz varsa 4 kapısı onun, 2 kapısı benimdi. Ayakkabı dolabında 9 çekmece varsa 7 tanesi onundu. İflas edince çok dairemiz, iş yerimiz gitti. Şu an bile o bollukta yaşadığı günler aklında, o zamanları özlüyor. 

Yaşamıma yeni bir renk 

99 yılından sonra ise sosyal çalışmalara başladım. Çağdaş Yaşam Derneğiyle tanışmam da 2000 yıllarında oldu. Üye olup yönetici olmayı falan hiç önemsemedim. Sadece kızlarımla beraber gidip ben burada çalışmak istiyorum dedim. Hatta bir kızım karnımda diğeri kucağımdayken ben Darülaceze’ye, Çocuk Esirgeme Kurumu’na giderdim, yardım etmeye çalışırdım. Daha sonra 2005 yılında sanırım Çağdaş Yaşam’da çok çalıştığımdan ve ilişkilerim iyi olduğundan seni başkan yapalım dediler. Başkanlık dönemimde bursiyer sayısını 15’ten 150’ye çıkardım. Hem bağışçılar dürüstlüğüme güvenip bağış yaptılar hem de öğrenciler çok güvendi. Beni anneleri olarak görürler, bir sürü çocuğum var yani. 

Yıllar sonra gelen üniversite yıllarım

Üniversite bitirememek benim içime çok dert olmaya başladı. O yüzden 90 doğumlu kızımla birlikte 2009 yılında ÖSS’ye girdim. Tam o dönemde ben Ergenekon Davası’ndan gözaltına alındım. Polisler geldiğinde dedim ki her şeyi alın ama sınav belgem kalsın, ben sınava gireceğim. Daha sonra sınava girdiğimde medya ve iletişim bölümünü kazandım Anadolu Üniversitesi’nde. Kızım da psikoloji bölümünü kazandı. Tabii kazandığım bölüm bana yeni kapılar açtı. Fotoğrafçılık, hukuk, psikoloji gibi dersler aldığımızdan ilgimi çekti bu alanlar. Ön lisans bitirdim ama daha sonra lisans da bitirmek istedim. Tercih listesinde felsefe, sosyoloji, sanat tarihi gibi alanlar vardı. Ben bu alanları incelediğimde aslında felsefe aşığı olduğumu fark ettim ve onu tercih ettim. 4 senede felsefeyi bitirdim. Daha sonra bir arkadaşımın yol göstermesiyle Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde pedagojik formasyon eğitimimi tamamladım. Ben her perşembe Eskişehir’e gittim. Orda ilkokul 3. sınıfta stajyer öğretmenlik yaptım. Oradaki çocukları öğretmenliği çok sevdim. Daha sonra tabii bununla sınırlı kalmayıp çocuklarla felsefe atölyeleri gerçekleştirdim. Öğretmenlik hayalimi de bu sayede gerçekleştirmiş oldum. 

Tutukluluğum 

Tutukluluğumda ise ağlamanın yerini gülmek aldı gibi geldi. Yani aşırı derecede gülmeye başladım o olaydan sonra. İlk zamanlarda o kadar fazlaydı ki anlatamam. Yani biri deli olunca kendisi bilmez etrafındakiler bilir ya, ben de farkında değildim bu hareketimin, çevremdekiler farkındaydı. Toplantılarda neden gülüyorsunuz Ersin Hanım denildiğinde aklım başıma geldi. Diğer yandan polisler sabahın altısında geldiğinden 6 ay boyunca sabahları kapı zili sesi duymaya başladım, travma yarattı bende. 

Çocuklarımda uyguladığım yöntem

Toplu olarak bir yerde buluşulmasını pek sevmem. Bir yerde buluşulacaksa üç veya dört kişiyle buluşulmasını tercih ederim her zaman. Diğer türlü kimse birbirini dinleyemiyor, odaklanamıyor. Hatta kızlarımda bile bunu uyguladım. Hep beraber bir yere gitmek yerine ayrı ayrı gitmeyi tercih ettim. Yani bir yere biriyle diğer yere diğeriyle sıra sıra giderdim. Çok arkadaşım var, eğlenmesini de bilirim ama şamatadan kaçınırım. Ailemde uygulamaya çalıştığım yöntemler vardı. Çocuklarımda kendi kendine karar almayı, sorumluluk sahibi olmayı geliştirmeye çalıştım. Hatta eşimi aramıza almadan üç kızımla beraber bir masa etrafında oturup tartışıp bir konu hakkında karar almaya çalışıyorduk, onlara sürekli olaylar hakkındaki fikirlerini sorardım. Eşime bu konu hakkında da söz verdim. Bu kızların yarın öbür gün erkek arkadaşları olacak, inan ki ben sana hepsini söyleyeceğim senden bir şey saklamayacağız, sen rahat ol dedim. Nitekim öyle oldu. Kızlarım erkek arkadaşlarını babasıyla tanıştırdılar. Her şeyi açık konuşmayı başardık biz ailecek. Kızlarım bana senden çok şey öğrendik anne der, ben de onlardan, öğrencilerimden, bursiyerlerimden gerçekten de çok şey öğrendim. 

Hayatımın dönüm noktası 

2017’de torunum Aliş doğdu. Bu benim hayatımda bir dönüm noktası, bir eşik. Ben de Aliş’e her pazar günü bir şeyler yazmaya başladım. Aziz Nesin’den başlayarak 52 hafta boyunca 52 kişinin hayat hikayesini kaleme aldım. Çok özgün bir çalışma oldu bu. Ruhi Su, Pablo Neruda, Ahmet Arif gibi hayranı olduğum kişiler.. Kitapta Aliş’e hitap ederek tavsiyeler verdim bu büyük sanatçıları anlattım. Aliş bak bu senin Ruhi Su deden şeklinde. 53. kişi olarak da kendimi yazdım, torunuma anlattım. Bu kitap benim gurur kaynağım oldu. Şimdi bir bebek daha bekliyoruz, erkek olacak ismini de Mahir Emre koyduk. İnşallah bu 52 kişinin arasına koyamadığım, unuttuğum sanatçıları da yine ‘Mahir’e Yaşam Dersleri’ kitabında yazmayı düşünüyorum. Bu şekilde benden torunlarıma ve gençlere bir armağan kalsın istiyorum. Çünkü onların dikkatini çekmek istiyorum. Bu 52 kişi arasında Necati Cumalı, hayranı olduğum Halil Cibran da var, çok önemli isimler. 

Kara Tren ve Alamanya 

Diğer yazmak istediğim kitap ise Kara Tren ve Alamanya isimli. Dayımı bir köylü kızıyla evlendirdiler. Annesi babası artık yaşlandı, bunun başını bağlayalım annemize babamıza hizmet edecek bir köylü kızı alalım diyerek evlendiriyorlar. Annem de bu evlenmenin başrolündeydi, çok bilmiş görümce olarak. Bu kızı köylü kızı diye çok küçümsüyorlardı, ben de çok küçük olmama rağmen anlayıp ona üzülmüştüm. Dayım 15 gün veya 1 ay evli kaldı daha sonra kara bir trene atlayıp Almanya’ya gitti. Yengemin o halini unutamam ben. Bu olayın sonrasında ise tüm problemler başladı. Anneannemlerin evinin bir odasını yengeme verdiler. Yengem ise bizim ailenin beklediği gibi boynu bükük köylü kızı değildi, hakkını arar sözünü dinletirdi. Bu bizim ailenin hoşuna gitmedi hiç. Dedikodularla, kıskançlıklarla yengemle dayım boşandı. Daha sonra yengem ise İsviçre’den dayımın bir arkadaşıyla evlendi. Benim çok örnek aldığım, sevdiğim bir kadındı. Köyden gelip bir aileye karşı bu kadar dik durması beni çok etkilemişti. Bu hikayenin başlığını atıp yazmaya da biraz başladım ama henüz bitirmedim. 

Özlediğim Küçük Kız

Bu yaşta olmamın en güzel yanı bence birikimlerim. Mesela bir gençle konuşurken bir bakıyorum benim gençliğim onunkiyle bir şekilde örtüşüyor. Bir de empati yapmayı seviyorum. Yani aklımdan hep annem, babam şöyle yapmıştı diyorum. Kendimi kısıtlama amaçlı değil bu, hatalardan ders çıkarmak için yapıyorum. Ben yapmayacağım, yapmamalıyım diyorum. Şu anki yaşımda olmaktan memnunum ama aynı zamanda çocukluğuma da özlem duyuyorum. Mesela şu an bazı dizilerde var çocukluğu karşısına geliyor onunla konuşuyor falan. Ben onu çok sık yaparım aslında. Bu özlem tekrar çocuk olmak istiyorum anlamında değil, sadece o küçük kızı seviyorum. 

En sevdiği filmler:  Yüreğine Sor, Dedemin İnsanları, Bir Zamanlar Anadolu’da
En sevdiği kitaplar:  Masalın Aslı (Vasıf Öngören), Mutfak Çıkmazı (Adnan Yücel), Peri Gazozu (Ercan Kesal)
En sevdiği şarkılar:  Zehretme Hayatı Bana Cananım, Bir Gün Karşılaşırsak Ayrıldığımız Yerde, Çözmek Elimde Değil Gönlümü Senden Kadın, Bu Gece Rüyama Efkarlı Girdin, Geçti Hayal İçinde Bunca Yıl Bir Gün Gibi

Erdem Mert, Yazar
Erdem Mert, Yazar