Hüseyin Ayyıldız – İz Bırakanlar Unutulmaz

Hem çocuk hem öğrenci hem çoban

Benim adım Hüseyin. Hikayem 1955 yılında Sivas’ın İmranlı ilçesinin Boğazören köyünde üç çocuklu bir ailenin ortanca çocuğu olarak başladı. Çok uslu bir çocuktum. Aşağı yukarı beş altı yaşlarımdayken çobanlık etmeye başladım oradaki diğer çocuklarla birlikte. Bazen malları otlattıktan sonra eve geldiğimizde öğle yemeğine, ne kadar zamanımız varsa onu hep birlikte oyun oynayarak geçirirdik. O oyunların keyfi bir başka olurdu. İlkokul zamanlarım hep böyle geçti. Aynı anda hem çocuk hem öğrenci hem de çobandım.  

Köyde ilk tiyatro

Okumayı çok severdim. Başarılı ve çalışkan bir öğrenciydim. Öyle olunca hem öğretmenlerle aram iyiydi hem de arkadaşlarımla. Dersler dışında zaman zaman katıldığım etkinlikler de olurdu okulda. Bir gün hiç unutmam bir tiyatro sahnelemiştik ki köyümüzde oynanan ilk tiyatroydu. Ne tatlı, ne güzel bir heyecandı o… 

“Ben Muhtar Muharrem’in oğluyum.” 

Hepimiz babamı çok severdik ama onu her zaman göremezdik. Yılın dokuz ayı gurbette, kalan üç ayında da köyde olurdu. O üç ay da hasat zamanı… Kim görürdü babayı? Arada derede onunla geçirebildiğim zamanlar çok özeldi benim için bu yüzden. Benim babam çok düzgün giyinen, güzel konuşan, İstanbul görmüş bir adamdı. Yaşadığımız ilçede çok tanınır, sayılırdı. Köyde beş yıl kadar muhtarlık yapmış, sonra da ilçede bir kahvehane açmıştı. Ne büyük bir gururdu onun oğlu olmak. Adeta göğsüm kabarırdı “Ben Muhtar Muharrem’in oğluyum.” derken. Ondan bana yadigâr kalansa doğru, dürüst, yardımsever bir adam olmak ve şükretmeyi bilmek oldu. 

Köy evi

Evimiz köyün yüksek kesimlerinde kalır, neredeyse tüm köyü kuşbakışı seyredebilirdik oradan, ne büyüleyici bir manzaraydı o. Babam çok çalıştığı için pek evde olmadığından evde toplam altı kişi olurduk genelde. Babaannem, dedem, annem, üç de biz vardık kardeşlerimle. 

Annem çok titiz kadındı, temizlik hastasıydı belki de. Öyle ki kimi zaman temizlikten bize vakit ayıramadığı bile olurdu. Köyde bir kadın olarak hep çok işi vardı. Eve, ahıra, harmana bir sürü işe birden koşturmakla geçerdi zamanının çoğu. Öyle olunca da babaannem bakardı kardeşlerimle bana hep. Ne de çok severdim babaannemi. Benim bir küçük erkek kardeşim vardı, akşam eve geldim miydi ilkin onu severdim; bir de ablam vardı, o da vaktinin çoğunu anneme yardım ederek geçirirdi. Bizim oralarda erken yaşlarda evlenmekti adet, ablam da çok geçmeden on dört on beş yaşlarında evlendi. Nasıl da yalnız hissetmiştim kendimi o zamanlar. Neyse ki babaanneciğim vardı yanı başımda. O bir yerlere gidecek oldu mu kardeşimle ben de hemen peşine takılır giderdik onunla. Hem dedem hem de babaannem ne istesek yerine getirmeye çalışır, üstümüze titrerlerdi. O zamanlar öyle pek bir maddi imkânımız yoktu ama kimseye muhtaç değildik, birbirimize sahiptik. Hep sevip sayardık birbirimizi. Babaannemle dedemin ilişkileri de öyle güzeldi ki. Hala dün gibi hatırımdadır biri yemeden diğerinin ikram edilen bir şeyi yemeyişi. 

Sarı Traktör

Bir radyomuz vardı evde, 61 senesinde babam getirmişti. Ankara radyosu ve Erzurum radyosu diye iki istasyonu vardı, onları dinlemekten pek bir keyif alırdım. Dönem dönem farklı türküler meşhur olur, biz de onları dinler dururduk. Bazen de radyoda temsiller olurdu tıpkı canlı gibi. “Sarı Traktör” diye bir temsil vardı ki benim en sevdiğim oydu. Her gün saat tam 9’u 20 geçe radyonun karşısına geçer, 10’a kadar oturur can kulağıyla onu dinlerdim. 

“Ben büyüyünce şoför olacağım!”

Her çocuk gibi benim de örnek aldığım, onun gibi olmak istediğim biri vardı elbet. Benim için bu kişi ilk defa gördüğüm, odun dolu bir kamyonun şoförüydü. Çok merak etmiştim, neydi bu araç, nasıl çalışırdı, nasıl kullanılırdı… “Büyüyünce mutlaka ben de şoför olacağım.” derdim, yıllar sonra bunun gerçek olacağını hiç bilmeden. 

İstanbul’a gelmek

Çok sevdiğim Sivas’ta geçirdiğim yılların ardından, çalışmak için on üç on dört yaşlarındayken İstanbul’a geldim tek başıma. Halı, mobilya, beyaz eşya satan bir dükkandı ilk çalıştığım yer. İlkin ablamda kaldım bir süre, ama sonra ona da yük olmak istemedim ve böylece çalıştığım yerde gündüzleri işimi yapar, geceleri de yine orada yatar kalkar oldum. Komşu binada yaşayanlar akşam oldu mu beni yemeğe davet ederlerdi, bu beni öylesine mutlu ederdi ki… Demek ki bana güvenmişler, iyi bir izlenim bırakmışım onlarda der, gururlanırdım. Patronumu da çok severdim, o benim idolümdü adeta. Eli hep üstümdeydi, bana her daim yol gösterdi. Ortaokulu bitirmem bile onun desteği sayesindedir. Beni bir kamu kuruluşuna yerleştirinceye dek hep beraberdik, beni çocuğu gibi sever kollardı. Sonra da ilişkimiz o rahmetli oluncaya dek hep devam etti, onu hiç unutmadım. 

Sazlı sözlü gençlik

Gençliğimde bir arkadaş grubum vardı. Her hafta sonu mutlaka bir şeyler yapar bir yerlere giderdik. Sazımız sözümüz hiç eksik olmazdı. Ne de güzel zamanlardı onlar… İnanır mısınız şimdi bile, ülkenin neresinde olursak olalım, telefonla bile olsa o günleri yad ediyoruz beraber. Keşke diyorum, keşke o anlara dönebilsek yine.

Hüseyin Bey ve arkadaşları
Hüseyin Bey ve arkadaşları

On sekiz yaşında evli bir adam

Aradan birkaç yıl daha geçip de on sekiz yaşına geldiğimde, artık evli bir adamdım. Eşimle birbirimizi evvelden beri tanırdık. Hem aynı köydendik hem de akraba. Aynı okulda okurduk, o benim üç alt sınıfımdı. Kardeşlerinin en büyüğü, köyün de en güzel kızıydı. Evliliğimize büyükler karar verip onlar vesile oldu esasında, biz de onların kararına saygı duyup nikahımızı kıydık. Şimdi dönüp bakınca iyi ki onların bu kararına kulak vermişiz diyorum. Ömrümüzün yarısından da fazlasını, tam kırk yedi senesini beraber geçirdiğimiz eşimle, bugüne dek birbirimize karşı kötü tek bir söz çıkmamıştır ağzımızdan.

Baba olmak

Düğünden kısa bir süre sonra ben askere gittim. Tam yirmi ay Tekirdağ’da askerlik yaptım. Bu sırada büyük oğlum dünyaya geldi. Baba olduğumu ilk öğrendiğim an heyecandan, sevinçten kabıma sığmaz oldum. Ne var ki askerdeydim ve oğlumu ilk kez gördüğümde, o bir yaşına basmıştı bile. Aradan üç yıl geçti, bu kez bir kız çocuğumuz oldu. Dünyalar benim olmuştu adeta. Bir kızım bir oğlum vardı artık. Ne yazık ki bu mutluluk çok sürmedi, dört yaşına geldiğinde kızımızı kaybettik. Tüm ömrümün en acı, en karanlık zamanıdır o. İsyan etmek fayda getirmezdi, bir süre bocaladık elbet eşim de ben de. Ancak ikinci oğlumuzun doğmasıyla hayata yeniden tutunmak için bir nedenimiz daha oldu. O bizim tesellimiz oldu, her şeyimiz oldu. 

Çocuklarımın her ikisi de çok kıymetli benim için. Ben, büyüklerimden ne görüp neyi benimsedimse, çocuklarımı da buna uygun olarak yetiştirmeye gayret ettim. Onlar da sağ olsun benim yüzümü hiç kara çıkarmadı. Hem eşime hem de bana karşı hep saygılıydılar, bizi hep korur kollar önemserlerdi. Yalnız bize karşı değil, kendi ilişkilerinde de hep böyleydiler. Büyük oğlum evli, Aydın’da yaşıyor. Şimdilerde on bir yaşında tıpkı benim gibi boş durmayı hiç sevmeyen ikiz kızları var. Eşi de dünya iyisi bir insan. Kendi çocuğumuzdan farksız bizim için. Küçük oğlum da burada, Balıkesir’de, bizimle beraber yaşıyor. Hep bir aradayız.

Emeklilik ve yeni bir hayat

Yirmi iki yaşında başladığım ve çok severek, adeta kendimi adayarak yaptığım şoförlük işinden, elli yaşında emekli oldum. O sıralar küçük oğlum üniversiteye başlayacaktı. Balıkesir Edremit’te bulunan bir yüksekokulu kazanmıştı. Eşimle ben de ilk o vesileyle geldik aslında buraya. Hem Balıkesir’i sevdik hem de oğlumuzdan ayrılmaya hazır değildik o zamanlar. Böyle olunca da eşimle beraber bir anda buraya yerleşmeye karar verdik kimselere haber etmeden. Başlarda alışmak zordu. Burada kimseyi tanımıyorduk neticede. Bir altı ay böyle geldi geçti. Sonra zaman içinde havaların da ısınıp etrafın iyiden iyiye güzelleşmesiyle biz de bu güzel yere ısınıverdik. 

“Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey.”

Şimdilerde Balıkesir’de kırk yedi yıldır bana yol arkadaşlığı eden eşimle ve küçük oğlumuzla birlikte sürdürüyorum yaşamımı. Bir küçük bahçemiz var, içinde türlü meyve sebzeler… Elimden geldiğince orayla ilgilenmekten, torunlarımla vakit geçirmekten, insanlara yardım etmekten, merakımı yitirmeyip hep yeni bir şeyler öğrenmekten büyük haz duyuyorum. Hayallerime ve geleceğe dair ümidime sıkı sıkıya sarılıyorum. Ve bunca yıllık yaşantımdan sonra şunu biliyorum ki, sevmekle başlıyor her şey.

En sevdiği şarkı: Yıldızların Altında
En sevdiği film: Baba
En sevdiği temsil: Sarı Traktör

Tuğçe Tekin, Yazar
Tuğçe Tekin, Yazar

İlk görüşmemizdi ve aklına gelen ilk cümleyi söylemesini istemiştim Hüseyin Bey’den. Onun söylediği cümle “Her şeyin başı sevgidir.” olmuştu. O an o kadar hoşuma gitmişti ki bu cümle, gidip anneme söylemiştim hemen. Ama gerçekten de bu kadar anlam bulduğunu düşünmemiştim onun hayatında. Meğer nasıl gerçek bir cümleymiş bu. O kadar azimli, o kadar güçlü, o kadar yardımsever biri ki Hüseyin Bey. Bunların her biri de sevgisinden geliyor, biliyorum. En zor anın içinde bile bir ışık, tutunacak bir dal, şükredecek bir sebep bulabilmiş hep. Bu onun süper gücü bence. Hatta öyle ki, nasıl böyle altından kalkabilmiş diye şaşırdığım birçok şey oldu anlattığı, ben ne yapardım acaba diye düşündüğüm… Dilerim bundan sonra hiçbir şey incitmez onu; eşiyle, çocuklarıyla, torunlarıyla çok mutlu bir ömrü olur.