Nilgün Ersoy - Bir Cumhuriyet Kadınının Hikayesi
Emine Demir
Annemin İlki Olana Kadar Dağlarda Tilki Olaydım
1953 yılında bir Orta Anadolu şehri olan Yozgat Boğazlıyan’da doğdum. Şehrimiz soğuktu ama evimiz sıcacıktı. Bir evin içinde 6 çocuk, çocuklarını çok seven anne ve baba… Mutlu bir ailede mutlu bir çocukluk geçirdim. Annem bembeyaz tenli masmavi gözlü Çerkez güzeli… Annem çok becerikli bir kadındı eğer döneminde eğitilseydi Sabiha Gökçen gibi Afet İnan gibi bir kadın olurdu mutlaka. Babam ise çok yakışıklı bir avukattı. Ben ailenin en büyük çocuğuyum kardeşlerimin hem ablası hem de annesiyim. Benden 2 yıl sonra ilk kardeşim doğdu o da kızdı. O doğduğunda tuvalet eğitimimi tamamlamama rağmen kıskançlığımdan tekrar altıma yapmaya başlamışım. Sonra 2. Kardeşim doğdu o ailenin ilk erkek çocuğuydu. İlk erkek çocuk olunca herkes tarafından heyecanla karşılandı biz de diğer kız kardeşimle kıskandık evden kaçtık çocuk aklımızla. Orta 1. Sınıftaydım o zaman küçük kız kardeşim doğdu. Mamasını hazırlar yedirirdim çünkü ev kalabalıktı 5 tane daha kardeşim vardı. Annemin çok işi oluyordu. Kardeşlik çok güzel bir şey ancak çok kardeşlilik zor ve yıpratıcı bir şey. Dedim ya ben ailenin en büyük çocuğuyum Orta Anadolu’da bir söz vardır: “Anamın ilki olana kadar dağlarda tilki olaydım.”
Sapsarı Yayla Çiçekleri Gibi Çocukluğum
Babam avukattı öğleden sonra keşiflere giderdi. Yanına beni ve kardeşlerimi de götürürdü. O yollarda upuzun kavak ağaçları vardı o ağaçların altında da ortası sedef gibi parlayan sapsarı yayla çiçekleri…O çiçeklerin renklerini ve kokularını hiç unutmuyorum. Bu çiçekler beni çocukluğumda en çok mutlu eden şeylerdendi. O çiçekleri her gördüğümde yeniden çocuk olurum. Bize çiçek, doğa sevgisini babam aşıladı. Çelimsiz ufak tefek bir çocuktum. Sopa gibiydi kollarım bacaklarım vardı. Sokaklarda yağ satarım bal satarım, körebe, seksek oynardık. İlçede sinemalar olurdu oraya giderdik Türk filmlerini izlerdik. Filmler de çok dramatik olurdu ağlar, ağlardım.
Hayatımdaki rol model babamdı. Babam çok okur, çok izlerdi. 6 kardeşiz 6’mız da üniversite mezunuyuz. Babam maddi manevi her anlamda okumamız, iyi insanlar olmamız için çabaladı. Babam bütün dünya klasiklerini okumuştu ben de ondan o kadar etkilenmişim ki lise zamanımda aynı şekilde ben de bütün dünya klasiklerini okumuştum. Bize çiçekleri de doğayı da sevdiren, insanlığıyla bizi iyi insan yapan meslek sahibi olmamızda büyük payı olan kişi ve benim rol modelim babamdı.
Zamanının Çok Ötesinde Bir Çerkez Güzeli
Annem kıyafetlerimizi kendi dikerdi. Benden 2 yaş küçük kız kardeşimle beni bir örnek giydirirdi. Her şeyimizi aynı model dikerdi kız kardeşimle. Bir gün anneme isyan ettim ben hep aynı şeyleri giymek istemiyorum kardeşimle diye. Sonra annem de kıyafetleri aynı model; farklı renk yapmaya başladı. Değişen bir şey olmadı yani. Ama yine de çok yetenekli bir kadındı elinden her iş gelirdi. El becerisinin yanında çok aydın bir kadındı. Küçük yerlerde kız çocuklarının akıbeti evliliktir bu yüzden çeyiz kültürü çok yaygındır. Bir gün anneme, anne sen neden bizim için bir hazırlık yapmıyorsun diye sorduğumda “kızım en büyük çeyiz eğitimdir.” dedi. Önce eğitiminizi tamamlayacaksınız sonra gerisi gelir derdi. Yaşadığımız yer çok kısıtlıydı bebek yoktu oyun oynamak için. Annem bizim için İstanbul’dan porselen bebek getirtmişti. Bir çocuğun zihinsel, bedensel gelişim için çok önemli olduğunun farkındaymış annem. Neyse o porselen bebek o kadar güzeldi ki ve benim için o kadar kıymetliydi ki… Sevgi diye bir arkadaşım vardı bebeği istedi oynamak için ben de düşerse kırılır diye korkuyordum bu yüzden bebeği vermek istemedim. O da elimden zorla aldı kafasını taşlara çarptı ve paramparça etti bebeği. Günlerce ağlamıştım dünyam başıma yıkılmıştı. Ondan sonra başka bebeklerim oldu ama hiçbiri o porselen bebeğimin yerini tutmadı.
Uzun Hasan Ölmese Ben Şimdi Prensestim
Babaannem ve büyükbabamla aynı bahçenin içinde bulunan farklı evlerde yaşardık. Onlarla birlikte büyüdüm. Büyükbabam Nail Bey, eşraftı saygıdeğer bir insandı. İlkokul öğretmeniydi, zaten Anadolu’da öğretmene çok kıymet verilir öğretmen olmasının yanında da saygınlığı olan bir insandı. Kökenlerimiz Akkoyunlu Uzun Hasan’a dayanır. Uzun Hasan ölmese ben şimdi prensestim. Babaannem de dünya tatlısı pembe yanaklı Ruziye Hanımdı. Ruziye gündüz açan gül demek. Üniversite eğitimi için Ankara’ya gittiğimde babaannem de benimleydi o süre boyunca birlikte yaşadık.
Adı İstanbulluydu
Eskiden bir kızla bir erkeğin tek başlarına yan yana yürümesi, konuşmaları çok ayıp sayılırdı. Birbirinden hoşlanan gençler laf söz olmasın diye mektuplaşırlardı. Benim de o zamanlar mükemmel bulduğum bir mektup arkadaşım vardı. Ortaokul dönemimdeydi. İstanbul’dan gelmişti hemen belli ediyordu kendini haliyle, tavrıyla, giyimiyle. Yeşil ceketi, gri bir kotu vardı sınıftaki diğer çocuklardan çok farklıydı sanırım beni etkileyen şeyi giyiminin şıklığıydı.
Sumru Kim?
Okumak, öğrenmek benim için her zaman zevkli eylemlerdi. Bu özelliklerimi babamdan almışım onu rol model alıyordum. Her zaman okul hayatımda başarılı bir öğrenci oldum. Okulda dersime ilk kez giren öğretmenler sınıfa girer girmez “Sumru kim?” diye sorardı. Çok utanırdım ya niye her gelen öğretmen beni soruyor diye söylenir, kıpkırmızı olurdum. 6 dersimiz vardı karnemde hepsi de 10 olurdu. İlkokul ve ortaokulu ailemin yanında, Yozgat’ta okudum. Ortaokulu bitirdikten sonra lise eğitimim için annem beni ve kız kardeşimi İstanbul’a teyzemin yanına gönderdi. İstanbul kız lisesinde okudum. Küçük yerden birden İstanbul gibi büyük bir şehre yerleşmek zor gelmişti. Zaten biz annemize babamıza çok düşkündük beni ergenlik dönemimde en çok zorlayan şey ana baba özlemi oldu. Lisede kızlar çok taşkındı, çok serbestlerdi. Milli Güvenlik dersimiz vardı o derslere yarbay gelirdi öğretmen olarak. Çok yakışıklı bir adamdı boylu boslu, o kızlar adamcağıza neler ederlerdi. Biz teyzeme emanet olduğumuz için hareketlerimizde daha özenli ve dikkatli olmak zorundaydık. Teyzem de bizi emanet olarak görürdü ve çok baskıcı davranırdı. Zaten kız kardeşim uyum sağlayamadı hemen döndü Yozgat’a. Kız kardeşimle pek anlaşamama rağmen o gidince özlem benim için daha da derinleşti, teyzemle çelişkilerim arttı. Bu yüzden lise hayatımız ev-okul, okul ev şeklinde geçti. Hafta sonları sadece teyzemle çıkabilirdik dışarı. Bizi deniz kenarına, Büyük Adaya falan götürmüştü bir de dayım müzeciydi, müzeleri gezmeye giderdik. Ergenken her zaman çevremden farklı olmak isterdim saçlarım krepeli, eteklerim mini, ayakkabılarım apartman topukluydu. Ama teyzemin yanında kaldığımız zaman teyzem bizi kendi istediği gibi giydirirdi. Küçücük bedenlerde döpiyesler giyerdik.
O dönem kadınlarda Gönül Yazar ve Ajda Pekkan; erkeklerde de en beğendiğim ve sevdiğim sanatçı Göksel Arsoy’du. Kadınlar matineleri yapılırdı. Bir gün kadınlar matinesine gittik Göksel Arsoy soyunma odasına geçerken bizim yanımızdan geçti o sırada benim omuzlarımdan tuttu. Kalbim yerinden çıkacak gibi oldu hiç unutamıyorum o heyecanımı.
Üniversite sınavında yabancı dil alanında 465 puan aldım rekor bir puandı. Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandım. Üniversiteyi 2. Öğretim olarak okudum. Gündüzleri çalışıyor akşamları okula gidiyordum. Çok yorucu bir süreçti üniversite eğitim hayatım. 2. Öğretim olduğu için herkes çok yorgun olurdu biz de ders dinlemek istemezdik okuldan kaçardık. Sakarya caddesine bira içmeye giderdik. Üniversiteyi babaannemin yanında okudum. Evin işlerini de ben yapardım babaannem çok yaşlıydı. Yorucu bir hayatım vardı ama hayatımdan hiç şikayet etmedim. Ankara o zamanlar çok siyasiydi. Üniversitede sınıf camlarımız, kapılarımız da kurşun delikleri vardı. Son sınıftayken 1981 yılında darbe oldu. Sınavım vardı sınava gittim aşağıda askerler dolanıyordu ne oldu diye sordum darbe oldu dediler. Çok zor yıllardı.
Mezun olduktan sonra hiç iş aramadım. Mezun olduğum yıl Adalet Bakanlığına tercüme bürosu kuruldu ve mezun olur olmaz bir mülakat sonucu işe başladım. Büronun ekip başı, yöneticisiydim gelen işi büroda çalışanlara paylaştırırdım. Yıllarca burada çalıştım ve Adalet Bakanlığından emekli oldum. Fransız edebiyatı okuyup Adalet Bakanlığında çalışmak hiç düşünmediğim bir şeydi ama ekmek kapım burada açıldı. Dışişleri Bakanlığında çalışmak isterdim. Adalet Bakanlığı beni çok tatmin etmedi keşke üniversitede kalsaydım dediğim zamanlar oldu.
Akdeniz Çay Bahçesinde yaptığımız bir arkadaş toplantısında tanıştık. İlk görüşte aşktı bizimkisi. Beni etkileyen özelliği yumuşak kişiliğiydi. O arkadaş toplantısında yan yana oturuyorduk elektrik çekimi denen şey çok doğru o çekimi hissediyorsunuz. İlk buluşmamızda evlenme kararı aldık. 6 ay gibi kısa bir süre içinde düğünümüz oldu. Altındağ Nikah Dairesinde gündüz nikahım oldu. Akşam da Salata Bar’da arkadaşlarımın katıldığı bir eğlence yaptık. Gelinliğim çok güzeldi çok sadeydi. Daracık inen, arkasında belime kadar ince düğmeleri ve belinde fiyonku olan uzun kuyruklu bir gelinlikti. Başımda vualet, kulağımda da büyükbabamın anneme yüzgörümlüğü olarak taktığı inci küpeler vardı. İlk buluşmamızda, masaya ilk oturduğumuzda ondan sadece bana karşı dürüst ve açık olmasını istedim. O da bu isteğimi hiç zedelemedi. Eşimi çok sevdiğim için heyecanımız hiç bitmedi. Gözümden sakınırdım bana hep iyi davranırdı. Yavuz’un işi icabı şehir dışına gitmesi gereken zamanlar oluyordu. Bir gün Ankara’ya çok kar yağmıştı ve ona şehir dışı görevi verilmişti. Gitmesini istemedim sabaha kadar ağladım. O da gitmedi. Çok anlayışlıydı. Bir de bahçeli evimize taşındığımız ilk zamanlar çok güzeldi. Çünkü ben her zaman bahçeli bir evim olsun istemiştim hala daha bu evde oturuyorum. İnsanın kendine ait evi olması, eşyaları olması, özel alanı olması çok heyecan verici bir şeydi. Her şeyi sevgimizle inşa ettik. Ne yazık ki eşimi 8 sene önce kaybettik bu süreç benim için çok zor bir süreçti. Üstesinden gelmek zorunda olduğum en büyük savaş eşimin hastalık süreciydi. Eşimin doktoru bana “ben senin gibisini görmedim. Gerçekten bir amazon gibi savaştın, hiç umudunu kaybetmedin.” Dedi. Bu eşimi ve babamı kaybetmek benim için en büyük iki acı. Hayatımın iki aşkı biri babam biri kocam. İkisini de çok özlüyorum.
Ellerimi Çalıştırmayı Çok Severim
Hayatımda içimde kalan en büyük ukde enstrüman çalmaktır. Örgü örmeyi çok severim. Evimin perdelerini kendim ördüm. Kendime kıyafetler örerim. Gördüğüm bir şeyin aynısını örebilirim. Seramik kursuna gittim, tezhip yaptım el sanatlarıyla uğraşmayı çok seviyorum. Antika pazarlarını çok severim oralardan danteller alırım. Antika pazarlarında hiç tanımadığınız farklı dönemlerde yaşamış insanlara uzanmak bana çok mutluluk ve heyecan veriyor.
Gönül Yaşlanmıyor
Hayatımdan hiç şikayetçi olmadım. Ailemle, dostlarımla, komşularımla beraberim. Yalnız olduğum zamanlarda da hiç şikâyet etmedim hayattan zevk almaya çalışırım. 70 yaşımdayım ama gönül yaşlanmıyor ki yaşımın kadını olmadım hiç o yüzden. Kendimi 30’lu- 35’li yaşlarda hissediyorum. İçimdeki çocuğu hep yaşattığım için mutlu bir insanım. Komşularımla günler yapıyoruz, kahveler içiyoruz, pazarları geziyoruz, sinemalara gidiyoruz. Bizim bura çok keyifli çok. Bodrum’da yazlığım var. Yılın yarısını neredeyse orada geçiriyorum. Pandemi dönemini orada arkadaşlarımla geçirdim. Bodrum’a gidince bambaşka bir insan oluyorum. Denizi çok özlüyorum, çok severim denizi. Kokusu burnumda tüter. Bir de Bodrum’un bana verdiği 4 güzel yavru kedim var. Şu an hayatta bana yaşama sevinci veren canlılar. Gelecek nesiller için yemyeşil bir ülke bırakmak isterim. Yaşamın devamı için, insan için, tüm canlılar için doğaya sahip çıkmak çok önemli. Doğa demek, yeşillik demek umut demektir. Bir ülke yeşil olduğu sürece her zaman umut vardır.
Gezmeyi çok seviyorum. Ürgüp Göreme’ye gittiğim ilk zamanı hiç unutamıyorum okulla gittiğimiz bir kültür gezisiydi. Büyülenmiştim güzelliği karşısında. Kültür hayatımın başlangıcıdır. Sonra dünyada 14 ülke gezdim Amerika’dan tutun da Hindistan’a kadar. En son 2020 yılında Rodos Adası’na gittim. Herkese gitmesini tavsiye ederim sanki sokaklardan şövalyeler çıkacakmış gibi bir hissiyat veriyor kültürel ve tarihi dokusu çok güzel bir yer.
Carpe Diem
Yaşamımı çok anlamlı buluyorum iyisiyle kötüsüyle yaşadığım her şeyi kendi elimle anlamlı hale getirdim. Hoş görülü olmak çok önemli yaşanılabilir bir yaşam için Gençlere son olarak tavsiyelerim çok okumanız, hoş görülü olmanız, gündemi takip etmeniz, içinde bulunduğunuz koşulları çok iyi bilmenizdir. Gençler günü yaşıyor günü yaşamakla günü yakalamak (Carpe Diem) arasında çok fark var. Önemli olan o günü değerlendirmektir. Ancak tüketim toplumunda yaşıyoruz gençler de her şeyi sadece tüketip bu duruma ortak oluyor. Gençlerin önünü açabilmek için sistemin iyileştirilmesi gerekiyor. Gençlerin ve gelecek nesillerin mutluluğu yakalayabilmesi için tüketim çılgınlığından kurtulmalarını isterim.
En Sevdiği Şarkılar: Rodrigo Gitar Konçertosu, Selda Bağcan (Tüm şarkılarını çok seviyor), Berkant- Samanyolu
En Sevdiği Yazar: Yaşar Kemal
En Sevdiği Şair: Nazım Hikmet