Yavuz Aktaş – Bir Diplomatın Hatıra Defteri

Yavuz Aktaş, 1943 yılında Edremit’ te (Balıkesir) dünyaya geldi. Altı aylıkken babasını kaybeden Yavuz Bey, annesi ve ablasıyla birlikte 1953 yılına kadar dedesi ve anneannesinin yanında Balıkesir’de yaşadı. İlkokul eğitimini 3.sınıfa kadar Edremit’te sürdürdü. 1953 yılında TSK’ da sivil memur olarak görevli dedesinin atanması üzerine Ağrı’da ilkokul 4 ve 5.sınıfları okudu. 1955 yılında dedesinin bu kez İstanbul’a atanmasıyla İstanbul’da yaşamını sürdürmeye başladı. Ortaokul ve lise eğitimini İstanbul Darüşşşafaka’da tamamladı. 1963 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazandı. Yükseköğrenim eğitimini Ankara’da tamamladı. 1968 Dışişleri Bakanlığının açtığı sınavı kazanarak Dışişleri Bakanlığında göreve başladı.  Irak, Almanya, Avustralya, Macaristan, Bahreyn, Suudi Arabistan ve ABD temsilciliklerinde görev yaptı. Ayrıca Bosna Hersek’te NATO İstikrar Gücü’nde (Barış Gücü) ABD komutanı siyasi danışmanlığını yürüttü. 2008 yılında emekli olan Yavuz Bey, İstanbul’da yaşamını sürdürmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.

… O rüzgar nerede olursak olalım/ Ana eli gibi her zaman yanımızda/ Bir anda dolaşan yeryüzünü/ Tüm silip süpüren kötülüğü/ Aşkı kardeşliği asıl kılan/ Her gün bu gökyüzü genişliğinde …

İlhan BERK

Çocukluk dönemini Balıkesir Edremit’te geçiren Yavuz Bey, yaşadıkları mahalleye yakın bir askeri kışlada arkadaşlarıyla oyunlar oynarmış.

Mahallenin yakınında askeri kışlalar vardı. Orada da eşek arıları çok olurdu. Ben ve arkadaşlarım o kocaman eşek arılarına savaş ilan ederdik. Birimiz gider eşek aralarını kızdırırdı. Sonra eşek arılarıyla savaşımız başlardı. Hepimiz eşek arılarını kılıçlarımızla öldürmeye çalışırdık. Öldürdüğümüz eşek arılarını da önümüze sıra halinde dizer sayardık. ‘’Sen kaç tane öldürmüşsün? Ben bu kadar öldürmüşüm?’’ Diye konuşup en çok eşek arısını öldürenin kim olduğunu belirlerdik. Bu öldürdüğümüz eşek arılarını daha sonra yakardık. Bu eşek aralarına açtığımız savaşta hepimiz yararlanırdık. Arılar her tarafımızı sokardı. Hatta bir keresinde arkadaşımın boğazını arı sokmuştu. Çocuk az kalsın ölüyordu. Arı sokma maceraları yaşıyor olsakta bu tehlikeli savaşımızdan büyük keyif alırdık. Arkadaşlarımla Edremit’te çok mutlu bir yaşam sürdürdüm.

Yavuz Bey dedesi ve anneannesi tarafından hep el üstünde tutulurmuş. Anneannesi ve dedesiyle bir sürü anı biriktirmiş.

Anneannem sabahları beni kaldırır ders çalıştırırdı. Defterlerimi açtırır ‘’ Bana çarpım tablosunu say. Şunu anlat, bunu anlat.’’ Derdi. Ben de anneanneme çarpım tablosunu söylerdim. Ezberlemem gereken şiirleri okurdum. Sanıyordum ki anneannem çarpım tablosunu biliyor. Defterim de yazılı olan konuları falan biliyor zannederdim. Meğerse anneannem ne çarpım tablosunu ne de derslerimle alakalı diğer şeyleri biliyormuş. Kendisi ilkokula gitmemiş bir kadındı. İlginçtir ki anneanneme her şeyi bildiği için filozof derlerdi.

Yavuz Bey’in dedesi muhterem bir insanmış, ağzından zor laf alınırmış. Fazla konuşmayan bir beyefendi olsa da torununa Birinci Dünya Savaş’ında başından geçen çok değerli bir anıyı anlatmış.

“Dedem on dört yaşında askere gitmiş. Birinci Dünya Savaş’ında Suriye çatışmalarına girmiş. Savaş sırasında yaralanmış. Bir nehrin kıyısında yaralı bir vaziyette dururken savaş alanında gözlem yapan atamız Mustafa Kemal Atatürk dedemi görmüş. Atatürk ‘’ Hemen bu askeri götürün. Yaralarını tedavi edin’’ Demiş. Dedem bu hatırayı anlatırken Atatürk sayesinde hayatta kaldığını özellikle belirtirdi.”

Yavuz Bey oturaklı, uslu bir çocuk olduğunu belirtse de bazı haylazlıklar yapmayı da ihmal etmemiş.

Biz Edremit’teyken bir gün annem beni ve ablamı evde yalnız bırakıp çarşıya kadar gitti. O günde dışarı çıkmak istemiştim ve annem bana izin vermemişti. Ben de sinirlenmiştim. Anneme kızdığım için gittim ocakta kaynayan ete üç kutu tuz attım. Sonra gittim bir dikiş makinemiz vardı. Onu bir dolaba koyardık. O dolabın içine saklandım. Annem eve geldi. Her yerde ‘’Yavuz! Yavuz!’’ diye beni arayıp duruyordu. Ben hala dolabın içinde kımıldamadan duruyordum. Annem paniğe kapıldı falan ama sonra beni buldu. Artık saat öğlen olmuştu. Dedem yemek için eve geldi. Oturduk sofraya. O ocaktaki haşlama et sofraya konuldu. Dedem için özel et yapılırdı. Et yemeyi severdi rahmetli. Başladık eti yemeye. Üç kutu tuz attığım et, et olmaktan çıkmıştı tabi ki. Herkes ‘’Bu ne biçim et? Buna ne olmuş?’’ falan dediler. Yemeğimiz heba oldu. Sinirimden böyle haylazlıklar yaptım işte.

…İstanbul deyince aklıma martı gelir/ Yarısı gümüş, yarısı köpük/ Yarısı balık yarısı kuş/ İstanbul deyince aklıma bir masal gelir/ Bir varmış, bir yokmuş…

Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

Yavuz Bey’in annesi dirayet sahibi ve çok merhametli bir kadınmış. Çocuklarını kanatlarının altına alan ve onların iyiliği için çabalayan bir anneymiş. İstanbul’a taşınıp çocuklarının eğitim hayatına İstanbul’da devam etmelerin de annesinin büyük katkısı varmış.

Dedemin tayini çıkmıştı. Dedeme üç şehir söylemişler. Bu üç şehirden birine tayin edilebilirmiş. Dedem bu durumu anneme söylemiş. Annem ‘’İstanbul’a gitme gibi bir seçeneğimiz varsa İstanbul’a gidelim. Çocukların eğitimi için İstanbul’da okumaları çok iyi olur.’’ Demiş. Dedem farklı bir şehre gitmeyi düşünürken kızının bu düşüncesiyle İstanbul’a gitmeyi kararlaştırmış. Böylece ben on yaşlarındayken İstanbul’a taşındık. 

İstanbul’da yaşamaya başlayan Yavuz Bey ve ailesi, Yavuz Bey’in eğitimine Darüşşafaka gibi tarihi ve başarılı bir okulda devam etmesini istemiş. Darrüşafaka öğrencilerini bir sınava tabii tutarak okula alıyormuş. Yavuz Bey okula kabul için yapılacak sınava hiç girmek istememiş. Ailesinin ısrarı neticesinde sınava katılmış. Üstüne üstlük üç yüz elli kişinin girdiği sınavdan, okula kabul edilecek altmış kişi arasına da girmiş. Böylelikle Yavuz Bey, Darüşşafaka da geçen birçok anı biriktirmiş.

Lise sondaydık. Edebiyat sınıfıyız. Yeni bir matematik hocası bize cebir dersi verecekti. Kadın İTÜ’den mezun doçent bir hocaydı. Bize problemleri yazdırır çözmemizi isterdi. Bir de o problemlerin çözümünün ispatını isterdi. Bu hocanın sınavından bir kişi hariç kimse yüksek almazdı. Biz sıfır alırdık. Sonra ben bir gün arkadaşlarımla konuştum. ‘’Böyle olmaz. Biz mezun olmayacağız bu gidişle. Bu okulun da işine gelmez. Gelin bu durumu söyleyelim.’’ Dedim. Okul müdürüne gittim. Durumu anlattım.  Müdür Bey ‘’ Böyle bir tasarruf yapamayız.’’ Dedi. Böyle söyledi söylemesine ama ne hikmetse bir hafta sonra bizim cebir hocamız değişti.

Yavuz Bey’e karşı arkadaşları ve öğretmenleri saygı duyarmış. İleri görüşlü olduğunu düşünen Yavuz Bey, liderlik yapmayı da severmiş.  

Ankara’da Siyasal Bilgiler bölümünü okudum. Çalışkan bir öğrenciydim. Dersi derste dinlerdim. Hocanın söylediklerini kargucuk kurgucuk yazımla not etmeye çalışırdım. Öğle aralarında da gider not ettiklerimi temize çekerdim. İmtihanlardan hep yüksek alırdım. Üniversite de üçüncü sınıfta bir sınav olurdu. Bölüm dallara ayrılırdı. Diplomasi, idari ve mali diye. İngilizce diplomasi bölümüne girmek için İngilizce veya Fransızca sınavından başarılı olmak gerekiyordu. Ben idarecilik yapmayı, liderlik etmeyi severim. Normalde idari bölümünün sınavına girecektim ama diplomasi alanı için yapılan sınava girdim. O sınavı kazandım. Diplomasi alanında ilerledim. Mezun olduktan sonra Dışişleri Bakanlığı’nın da imtihanına girdim. O sınavı da kazandım. Ben her şeyi bileğimin hakkıyla aldım.

Gün olur, alır başımı giderim/ Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda/ Şu ada senin, bu ada benim/ Yelkovan kuşlarının peşi sıra…

Orhan Veli KANIK

Yavuz Bey 1970’lerde Bakanlığa girmiş. İlk görev yeri Sidney’miş. Yavuz Bey, Sidney’de iş arkadaşının kız kardeşini tanıştırması vesilesiyle eşi Fatoş Hanım’la tanışıp, anlaşıp evlenmişler. Otuz yaşındayken evlenen Yavuz Bey mesleği gereği çocuk sahibi olmayı pek istemiyormuş. İlk kız çocuğu dünyaya geldiğinde Yavuz Bey kızı için ‘’Allah bana çok güzel bir çocuk verdi. Ben onu çok sevdim. Altı seneye kadar da ben bu çocuk üzerine başka çocuk sevmem’’ Diyormuş. İlk çocuğundan altı sene sonra bir kız çocuğu sahibi daha olmuş.

İkinci çocuğum doğmadan önce Türkiye’de iki sene çalıştıktan sonra Almanya’ya geçiyorduk. İşim gereği uzun yolculuklar yapardık. Bu yolculuklara elbette ilk çocuğum da eşlik ederdi. Bir gün çocuğuma bizi ne kadar sevdiğini sorduk. Ne dedi biliyor musunuz? ‘’Uzun yollar kadar seviyorum’’. Bu cevabı hiç unutmam.

Yavuz Bey, farklı ülkeler de farklı mevkilerde çalışmış. İkinci kez Sidney’e görev için gittiğinde Ermeniler’in protestosuna tanık olmuş.

Her yıl Ermeniler ‘’ Ermeni Katliamı ‘’ başlangıcı olarak kabul ettikleri 24 Nisan günü Türk Konsolosluğunun önünde aleyhimize gösteri yaparlardı. O gün aynı zamanda Avustralya’nın milli günü olduğu için tatildi. Yapılacak gösteriyle ilgili biz ihbar aldık. Gerekli tedbirleri alın diye gerekli yerlere yazdım. Tatil olduğundan dolayı önlem için kimse gelmedi. Ben de yanıma idari memuru aldım. O gün tatil olduğu için konsoloslukta kapalıydı. Ben ne yapacaklarını görmek için meraktan gittim. Çok kalabalık bir grup vardı. Her şey normalken birden medyanın gelmesiyle Ermeniler ’de bir hareketlilik oldu. Ortalık kızıştı. Ermeniler hurra Türk Konsolosluğuna saldırdılar. Türk bayrağını indirmeye çalıştılar. Benim iki tane Avustralyalı korumam vardı. Onlar müdahale ettiler. Türk Konsolosluğu’nun demir kapısını ve parmaklıklarını kırarak bahçeye girdiler. Türk Konsolosluk binasında maddi hasar oluştu. Ben de Dış İşleri Bakanlığına gittim. Protesto ettim. Bildirmeme rağmen destek göndermediniz diye. Hasarların hepsini tazmin edeceksiniz ve bu işi de akşama kadar halledeceksiniz dedim. Her şeyi hallettiler o gün. Ben işi uzamadan çözmüş oldum. Verilen bütün hasar da onlardan tazmin edilmiş oldu.

Yavuz Bey Cidde’de görev yaparken Suudi Arabistan’ın hac bakanı Yavuz Bey’le görüşmek istemiş.

Suudi Arabistan’ın hac bakanlığı ofisinden bakanın benle görüşmek istediğini söylediler. Ben de itiraz edip muhatabının ben olmadığımı belirttim. Muhatabının Riyad’daki büyükelçinin olduğunun yanıtını verdim.  Görüşmekte ısrar edince randevu alıp bakanla görüştüm. O yıl bizim hac kafilesinin bir bölümü Mekke’den Arafat’a zamanında çıkamadılar. Dolayısıyla haccın eksik kaldığını ileri sürerek protesto da bulundular. Suudlar herkese yol verirken bizimkilere yol vermemişler. Türkler de bizim haccımız olmadı mı şimdi? Biz ne yapacağız falan telaşına düşmüşlerdi. Bizim Diyanet İşleri Başkanımız haccın tamamlamadığını ve bir sorun olmayacağını belirtmesine rağmen protestolara devam edildi. Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkanımız bir basın toplantısı düzenledi. Yaşanılan bu durumdan dolayı da bizim Diyanet İşler Başkan’ı ‘’ Her sene bir problem çıkartıyorlar Suud Bakanları. Tür hacılarının gitmemesi konusunda bir değerlendirme yapılması gerekiyor ‘’ şeklinde açıklamada bulundu.  Bu açıklama ‘’Suudlarla Türklerin arası bozuldu’’ şeklinde bazı İslam ülkelerinde gazetelere çıkmış. Bu yaşanılan menfi olaydan üç ay sonra hac bakanı görüşmek istedi. Hac Bakanları bana diyor ki ‘’ Bizim Türklerle aramızda anlaşmazlık yok. O şekilde gösterdiniz. Bizden özür dilesin Türkiye’’. Ben de dedim ki ‘’ Hükümetin bir suçu yok. Hükümet bu konuda özür dilemez. Bakın şöyle yapalım. Ben bu durumu Ankara’ya bildiriyim. Diyanet İşleri Başkanı basın toplantısı yapsın vs. Bu şekilde çözüme kavuşturalım’’. Bu teklifimi kabul etti ve bu şekilde sorun çözülmüş oldu. Bu işlerde inisiyatif alacaksın. Ben her zaman ülkemin lehine işler yapmaya çalıştım.

Yavuz Bey Irak’ta görev yapmış. O zamanlar kayıplara karışan Saddam Hüseyin hakkında Amerikan müsteşarından bilgi almış.

O zamanlar Irak’ın başında Saddam vardı. Amerika ve Irak’ın diplomatik ilişkileri kesilmişti. Birdenbire Saddam Hüseyin kayboldu. Herkes soruyordu ‘’Saddam Hüseyin nerede?’’ falan diye. O günler de ben Irak’ta görevdeydim. Amerikan müsteşarıyla da evlerimiz yakındı. Beni ve eşimi bir gün akşam üstü çay içmeye davet etti. Sohbet arasında ben Amerikan müsteşarına Saddam’ı sordum. ‘’Sizin haberiniz var mı? Bu Saddam’a ne oldu?’’ Diye. Adam dedi ki kimseye anlatma ama Saddam’a sarayda iki askeri muhafız tarafından suikast yapıldı. Ateş edip Saddam’ı ayaklarından yaralamışlar. Bunlar Saddam’ı iyileştirememişler. Ondan sonra bu müsteşarı çağırmışlar. Amerika’dan bize doktor gönderin demişler. Saddam’ı bu şekilde iyileştirebilmişler. Bunu anlattı bana. Ben de bunu gidip Ankara’ya bildirdim.

Yavuz Bey hayatını farklı ülkelerde sürdürmüş olup çeşitli kültürleri görmüş, birçok kişiyle güzel ilişkiler kurmuş. İstanbul’u ise ayrı bir seviyormuş. Çoğu hatırası bu şehirde geçmiş ve yaşamını İstanbul’da sürdürmekten çok memnunmuş. Senelerce diplomatlık görevinde bulunan Yavuz Bey, hala siyaseti ve politikayı takip etmeyi bırakmamış. Özellikle dış politikayı sıkı takip ettiğini söyleyen Yavuz Bey, politikayla ilgili kitaplar okumayı severmiş.  Bu zamana kadar başardığı işlerden kıvanç duyan Yavuz Bey’in gençlere ise birkaç tavsiyesi var.

Gençlere yaptıkları işe kafa yorarlarsa o işi başarabileceklerini söylemek isterim. Yapılan işten nasıl daha iyi sonuçlar alırım? Bu ülkeye nasıl yararlı olabilirim? Bu soruları kendilerine sormaları lazım. Önemli olan ülkeye yardım etmeye çalışmak. Ülkenin lehine işler yapabilmek.

Yavuz Bey Türk yazarlardan Ahmet Ümit’in eserlerini okumayı sevmektedir. Daha çok yabancı yazarları okuduğunu belirtmekle beraber John Grisham adlı yazarın eserlerini keyif alarak okumaktadır. Klasik Müzik dinlemeyi seven Yavuz Bey, Beethoven ve Mozart dinlemeyi sevmektedir. Türk Sanat Müziğini de seven Yavuz Bey, Uşak makamını sevdiğini belirtmektedir.

Rumeysa Yüksel, Yazar
Rumeysa Yüksel, Yazar