Yeter Ayık Döner

Yeter Ayık Döner, 12 Temmuz 1955 yılında, Trabzon’un Beşikdüzü İlçesi Çeşmeönü Köyü’nün Tonya sınırları içinde, 2300 metre yüksekliğindeki Kadırga Yaylası Mandagöz Obası’nda, Nesime ve Temel Ayık’ın 6. çocuğu olarak, dünyaya merhaba dedi. İlköğretimini Trabzon Tevfik Bey İlkokulu ve Şehit Yüzbaşı Cengiz Topel İlkokulu’nda tamamladı. Beşikdüzü Kız Öğretmen Okulu’nda ortaokul ve lise eğitimini bitirip on yedi yaşında ilkokul öğretmeni olarak mezun oldu. 1975 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Eğitimi bölümünü tamamladı. Zonguldak’ta bir sene, Çorum’da da yirmi sene olmak üzere toplam yirmi bir sene devlet okullarında müzik öğretmenliği yaptıktan sonra emekli oldu. Emekliliğinden sonra kısa bir süre özel bir okulda çalıştıktan sonra kendisi gibi müzik öğretmeni olan eşi Sadi Döner ile birlikte Çorum Evrensel Müzik Merkezi’ni kurdu. Bu merkezde birçok öğrenci yetiştirdikten sonra İstanbul’a taşındı. İstanbul’da özel ders vererek öğrenci yetiştirmekte ve müzik eğitimi faaliyetlerine devam etmektedir. Yeter Ayık Döner evli, iki çocuk ve iki torun sahibidir.

Yaylada Doğum

Ben anne ve babamın altıncı çocuğuyum. En büyük abim Mehmet Abim, Ladik Öğretmen Okulu’nda yatılı okurken tüberküloza yakalanınca eve geliyor, köye. Ben annemin karnındayım o sıra. Alıyor Mehmet abimi, kardeşlerimden birkaçını alıyor, ev küçük hepsini alamıyor o yüzden onlar aşağıda köyde ninemle kalıyor, yaylaya çıkarıyor bizi. Yaylada doğuruyor beni temmuzun on ikisinde ama abim hasta. Küçücük bir yatma yeri var, bir iki tane de inek var. Ahırla yattığımız yer bir tahtayla bölünmüş halde. Bir tane kara ocaklık var yemek pişirmek için. Annem başlıyor sancılanmaya ama ortam müsait değil, abim var yanında hasta yatıyor. Herkes uyurken başlıyor bir de sancısı ne yapsın geçiyor ahır kısmına, oturak var ona oturuyor, sancının geçmesini bekliyor. Bekliyor geçmesini çünkü biraz daha vakit geçerse yayladan doğum yaptıran kadınlardan birini çağırtabilir. Sanırım altıncı çocuk olduğum için hemen doğuvermişim oracıkta beklemeye kalmadan, o şartlarda. Sonrasında artık abilerim galiba fark edip haber veriyor köydekilere ebe geliyor, göbek bağımı kesiyorlar. Küçük de bir beşik bulup koyuyorlar beni.

Tabancalı Pasta

Babam toprak mahsulleri ofisinde memurdu, işinden dolayı Giresun’da oturuyorduk o dönem. 3-4 yaşlarında varımdır. Karadeniz ya burası tabanca şeklinde pastalar kurabiyeler yapıyormuş bir fırın. Bu kurabiyelerden almak için evden kaçmışım ben, hatırladığım ilk anı bu. Demek ki babam oradan bize kurabiye almış, tadı da damağımda kalmış ki ben de bunu hatırlayıp kaçmışım. Meydana inip girmişim fırına. Fırıncı soruyor ‘’Paran nerede?’’ Avucumu açıyorum ‘’Param yok ama pasta alacağım!’’ diyorum fırıncıya. O arada birileri beni sordu soruşturdu, babam da yola düştü demek ki. Bir baktım babam gelmiş tuttu elimden istediğim pastalardan hem bana hem eve yetecek kadar aldı. Meydana indiğimi evden kaçışımı falan tam hatırlamıyorum ama babamın beni buluşu, elimden tutuşu hatırımda.

Şans

Babam spor toto oynardı. Hepimize hadi bakalım bir sayı söyleyin deyip hepimiz için bir kolon oynatmıştı. O kadar kişi içerisinden benimki tutmuştu. O zamanın parasıyla 21,5 lira kazanmıştı benim kolon, bugün gibi hatırlıyorum. Evdekiler en şanslısı Yeter bizim evin diyorlardı, onca kolon içinden Yeter’inki tuttu. Çok büyük bir rakamdı bu, o zamanlar için. Evimizin kirası 75 liraydı.

Çarşı İzni

Evde Orhan abim ve Melahat ablama çok yakın hissederdim kendimi Melahat ablam benden 6 yaş, Orhan abim 8 yaş büyük. Orhan abim bize çok güzel bir çocukluk yaşattı, çok güzel bir abi oldu. Melahat ablam da ikinci annem gibi oldu. Orhan abimden yedi yaş büyük olan Cemil abim de bize baba şefkati gösterirdi.  Ben Beşikdüzü Öğretmen Okulu’nda okurken Cemil abim de Beşikdüzü’nde terzilik yapıyordu. Hafta sonu çarşı iznine çıktığımızda ilk durağım onun terzi dükkânı olurdu. Dükkâna geldiğimde harçlığımı veriyordu bir ihtiyacım var mı diye sorup ihtiyaçlarımı karşılıyordu.  Çarşı izinlerinde belli bir saat vardı tabi, belirlenen saatte mutlaka bir yerde toplanır, öğretmenimiz bizi sayar, okulumuza geri dönerdik. Herkesin kol saati olurdu, kol saati olmayan da olan biriyle takılırdı ki saati geçirmesin. Benim kol saatimi ilkokul öğretmeni olan en büyük abim Mehmet abim almıştı. Çok güzel bağlama çalıyordu. Abim çalıyor, annem de çok güzel türküler söylüyordu. Mehmet abim hepimize söyletirdi. Ondan birçok türkü ve bağlama çalmayı öğrendim. Orhan abim de çok güzel bağlama çalar, aynı zamanda edebiyat öğretmeni. Matematik öğretmeni olan kardeşim Türkan da bağlama çalmayı çok sever.

Ablalarımı kendime örnek alırdım bir de ortaokul 1,2 ve 3. Sınıftayken bir matematik öğretmenimiz vardı, Nebahat Seyhan. Kendisi aynı zamanda sınıf öğretmenimizdi. Aman tanrım o ne kadar nazik o ne kadar kibar… Bekâr, genç, yeni öğretmenlerdendi. Gençti ama biz onu annemiz gibi görüyorduk. Hem anne modeli hem öğretmen modeli hem abla modeli… Çok seviyordum Nebahat öğretmenimi. Bir öğretmen olarak onu kendime çok örnek almışımdır. Kendisi Niğde’nin Bor ilçesindendi. Daha sonra bir tanıdığımdan dolayı Niğde Bor’a yolum düştü. Sordum soruşturdum kendisini o kadar çok aradım ki… Bulamadım. Onlar burada oturmuyor dediler.

Kemanın Yayı

Beşikdüzü kız öğretmen okulunda Melahat ablam Tülay ablam ve ben okuduk. Ben 1. Sınıftayken şu an edebiyat öğretmeni olan Melahat ablam 6.sınıfta; sınıf öğretmeni olan Tülay ablam 3. Sınıfta okuyordu. Melahat ablam edebiyat öğretmeni; Tülay ablam sınıf öğretmeni oldu. Okullar açıldıktan sonra bir ay içinde bize müzik dersinde çalmamız için blok flüt aldırıldı. Venüs marka burada hala piyano oturağımın içinde durur, saklıyorum o flütümü. 1/D sınıfı 281 numaralı Yeter Ayık diye yazıyor üstünde. Bize blok flüt aldırıldı ama bizden önceki öğrenciler mandolin çalıyorlardı. Melahat ve Tülay ablam da mandolin çalıyorlardı müzik derslerinde. Bizim girdiğimiz sene daha pratik akort problemi olmayan ekonomik blok flüt aldırıldı. Büyük bir heyecanla giriyoruz derslere blok flütümüzü çalıyoruz ama müzik öğretmenimiz Mehmet Şenol en basit parçaları bile öğretirken kemanı elinde bize eşlik ederdi. Kemanı ilk kez görüyordum, o zamana kadar keman görmemiştim ve ben kalbimden vuruldum. Teneffüs oldu ben öğretmenimin peşi sıra koştum hemen. Adamcağız koridorda ben arkasındayım ama öğretmenimin etrafını büyük sınıflardan ablalar sarmış, hayli kalabalık. Ben bu hengâmede öğretmenime sesimi duyurmak zorundayım, öğretmenim öğretmenim diyorum sesimi duyuramıyorum. Bu sefer başladım öğretmenimin ceketini incelemeye. Ceketinin hala daha aklımdadır dokuması. Küçük kutucuklu işleme, kahverengi… inceliyorum çünkü ceketi çekeceğim ama cesaret edemiyorum. En son cesaretimi topladım, öğretmenimin ceketini yakaladım ucundan, çekiştiriyorum. Öğretmenim bir baktı ki küçük bir kız, buyur kızım dedi. Öğretmenim dedim ben de bu kemanı çalmak istiyorum, sizin gibi müzik öğretmeni olacağım. Öğretmenim bana baktı baktı tamam kızım dedi. Sen de şu kemanın yayı kadar bir büyü bakalım ben sana öğreteceğim söz, dedi. Ben bunu hiç unutmadım, Mehmet öğretmenim de öğretti sağ olsun.

Sen Olmuşsun

On yedi yaşında Beşikdüzü Kız Öğretmen Okulu’nu bitirdim. İlkokul öğretmenliği diplomamı aldım. Ben Gazi Eğitim Enstitüsü’nde müzik bölümünü istiyorum. Sözlü bir sınavı da oluyor müzik bölümünün. Orhan Abim götürdü beni Ankara’ya sınava girmem için, bir tanıdığımız da vardı orada akrabamız Taner Abim. Okula gittim, o dönemlerde de üst dönemlerin bütünleme sınavları var. Biz sınavı beklerken üst dönemler de bize sorular soruyor sınav için. Bana sordular ne çalacaksın, ben hem piyano hem flüt çalacağımı söyledim. Şaşırdılar orada olan üst dönemler, daha bizim çalamadığımız şarkıları çalıyor diye. Flütte bir yarışmada ‘’Türkiye’m’’ isimli bir şarkı besteleyip ikinci olmuştum onu çalacağımı söyledim. Onlara da çaldım ettim üst dönemler dedi ki sen olmuşsun artık, kazandın bile. O bana büyük bir enerji verdi tabi sınava girmeden önce. Girdim sınava çok da güzel geçti, rahmetli Nurhan Cangal soruyor soruları her cevabımdan sonra da hmm diyor. Bazı uzun melodiler sordular ettiler. Tamam dediler en son çıkabilirsin kızım. Sonra dışarıdakiler söyledi seni ne kadar çok tuttular diye ama bunun iyi bir şey olduğunu da eklediler. Kazandım tabi sınavı.

1973’ün İlk Dansı

Gazi Eğitim Enstitüsü’nde okulun açıldığının ikinci haftasında şimdiki eşim Sadi Bey geldi okula. Aynı okulda okuyan Taner Abim vardı halamın oğlu bizi tanıştırdı, benden beş buçuk yaş büyük Sadi Bey o yüzden Sadi Abi diyorum ona. Ben baktım gayet ciddi biri üstündeki kıyafetine bile dikkat etmişim pantalonunun spor dikişleri vardı. Siyasi tartışmalar yapılırdı okulda, baktım ki Sadi Bey ile hep aynı tarafı savunuyoruz, aynı taraftayız, fikirlerimiz örtüşüyor, biz halkçıydık. Keman çalışıyorduk Sadi Bey ile onun da benim de ana enstrümanımız kemandı. Şeker Bayramı gelmişti, Sadi Bey de gidecekti memleketine. Gitmeden önce ben sana allahaısmarladık derim, demişti. Beni aramış bulamamış o yüzden allahaısmarladık demeden gitmiş. Ben bunu bilmiyorum tabi cumartesi günü okula gittim çalışmak için aradım taradım Sadi Bey’i ama yok. Çok üzüldüm bana allahaısmarladık demeden gitmiş demek ki diye düşündüm. Daha sonra memleketinden dönünce konuştuğumuzda bana allahaısmarladık demek için aradığını ama bulamadığını söyledi. İçim bir rahatladı bir rahatladı… Çünkü bana önem veriyor bunu görmüş oldum. Yılbaşı için çay etkinliği düzenlendi, yılbaşı çayı. Sadi Bey ve Taner Abime yılbaşında birer kitap hediye etmek istedim, bana verdikleri emekler için. Yılbaşı çay etkinliğinde danslar ediliyor, içecekler içiliyor, oyunlar oynanıyor. Gece oldu 1973 yılına girdik, Taner Abime verdim kitabı daha sonrasında Sadi Bey’e verdim. Çok naziksin çok düşüncelisin ben düşünemedim hiç dedi, tokalaştık. Yanındaki arkadaşına dönüp eğer müsaade edersen Yeter’i dansa davet edebilir miyim? Dedi. Elimiz tokalaşma halinde kalmıştı zaten arkadaşı tabii deyince elimden tutup alana geçip dans ettik. 1973’ün ilk dansını daha sonra eşim olan Sadi Bey ile yaptık. O dansla başlayan yolculuğumuz evlilikle devam etti.

Çorum Olayları

İlk görev yerim Zonguldak Kozlu Lisesi idi. Sadi Bey ile evlendik, 1976 yılında Sadi Bey’in köyü olan Taşova’nın Çaydibi köyünde düğünümüz oldu. Sonrasında eş durumundan Çorum’a Atatürk Ortaokulu’na tayin oldum. 1978 yılında kızım Özge dünyaya geldi. Yaşamımda büyük bir değişim, anne olmuştum. Dünyadaki en mutlu aile bizmişiz gibi hissediyorduk. Öğretmenlik ve anneliği birlikte en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum, öğreniyorum… 29 Mayıs 1980 yılında Çorum Olayları patladı. Çorum’da birtakım hareketlenmeleri sezince biz Sadi Bey evin dışındaki demir kapının sürgüsüne ek olarak gizli bir kilit daha yapmıştı. Biz evimize bomba atılacağını sezdik. Oğlum Erkan’a hamileyim o sırada, evde kızım var Özge iki yaşında, kayınvalidem de karne tatili dönüşü kayınımın kızıyla birlikte geldi, ikisi bir oynarlar ben ikisine bakarım diye. Kayınımın kızı da Özge’den bir yaş büyük, üç yaşında. Evimizin demir dış kapısıyla oynandığını fark ettim ben. Sadi Bey’e söyledim demir kapımızla oynuyorlar. Sadi Bey kalkmadı ilk önce yok canım dedi ama sonra kaldırdım ben onu. Oturma odasının ışığını yakmadan perdeyi aralayarak baktık ki evet birkaç tane erkek bizim demir kapıyı zorluyor. Evden biz bir şekilde, üç beş elzem eşya alıp, acelece çıktık. Arka duvardan komşunun bahçesine geçtik, camlarına vuruyoruz açın diye. Sığındık öylece o eve. Aradan ben diyeyim beş dakika sen de dört dakika sonra bir bomba patladı. Bizim salonumuza bomba attılar. Sonra da biz kaçacağız diye bekliyorlar, ayak sesleri geliyor patır patır duyuyoruz. Sadi Bey ve ben TÖB-DER’e kayıtlıyız, Atatürkçü öğretmenleriz bunu biliyorlar o sebeple… O gece sabaha kadar çok zahmet çektik, sabah oldu ortalık ışıdı. Taksi yardımıyla bir şekilde kaçtık, sonrasında bir öğretmen arkadaşımız bizi evine aldı, barındırdı. Geride kalan eşyalarımızı on tane asker eşliğinde Sadi Bey bir kamyonla taşıttı güvenli bölgeye.

Emeklerimizin Karşılığı

Gazi eğitim bitti. Zonguldak Kozlu Lisesi’nde bir sene çalıştım. Eş durumundan Çorum’a geldim. 1976 yılında Çorum Atatürk Ortaokulu’na tayinim oldu. Üç buçuk yıl orada çalıştım. Atatürk Ortaokulu’na yakın bir ev tuttuk. O evde yaşarken anlattığım Çorum Olayları patlak verdi. Benim de tayinim o sırada Atatürk Ortaokulu’ndan Eti Ortaokulu’na olmuştu. 1980 yılında göreve başladığım Eti Ortaokulu’nda on yedi sene çalıştıktan sonra emekli oldum. Devlet okullarında toplamda yirmi bir sene çalıştım. Normal şartlarda yirmi iki senede memuriyette 1/1 hizmet durumuna geçmem gerekirken ben bir sürprizle karşılaştım. Okulun bütün sosyal etkinlikleri benim üzerimdeydi. Okul korosu, bağlama ekibi, org grubu, çok sesli koro, tek sesli koro, halk müziği korosu vs. tüm etkinliklerde hep görev aldım. Yirmi bir senem böyle doldu. Okul müdürüm de emeklerim karşılığında bana değerlendirmede yüksek puan verdiği için, bir kademe ilerlemesi almıştım.

Evrensel Müzik

Yirmi bir yılı doldurduktan sonra Sadi Bey’e dedim ki yetiştiriyorum öğrenciyi ama elimden kayıp gidiyor. Ben dedim emekli olmak istiyorum, bir müzik merkezi açalım ve orada çocukları senelerce takip edeyim, serbest çalışarak. Birlikte karar verdik ben emekli oldum 1996’da ve Evrensel Müzik Merkezi’ni açana kadar bir özel okulda çalıştım. Bu sırada Çorum Atatürkçü Düşünce Derneği Çocuk Korosu’nu kurduk. Kısa bir süre daha sonra 1997 yılında açtık merkezimizi. Beş yaşından itibaren çocuklara, gençlere ve yetişkinlere müzik eğitimi sunduk. Sınavla girilen müzik eğitim fakültelerine, konservatuvarlara, güzel sanatlar fakülteleri ve liselerinin giriş sınavlarına öğrenciler yetiştirdik. Her yıl çok sesli ve tek sesli koro konserleri sunduk. Çok yoğun çalıştık, bir sürü etkinliğe ve konsere katıldık, ödüller kazandık. 2015 yılında Evrensel Müzik Merkezini kapattık ve İstanbul’a yerleştik.

Bu Ödülü Ben Almalıyım

Merkez Ankara’da Türkiye Polifonik (Çok Sesli) Korolar Derneği’nin yıl sonu konserlerine hem Atatürkçü Düşünce Derneği Çocuk Korosu ile hem de Evrensel Müzik Merkezi Korosu ile aralıksız on beş sene katıldık. 5 sene sonunda bronz, 10 sene sonunda gümüş, 15 sene sonunda altın madalya ödüllendirildik. Korolar şenliği bir yarışma değildi. Her koro jüri tarafından on altı kategoride değerlendirilirdi ve katılım ödülü alırdı. Ayrıca çeşitli kurum ve kuruluşlarca özendirme ödülleri verilirdi, bu çok değerliydi. Ben Atatürkçü Düşünce Derneği Çocuk Korosu şefiydim. Sadi Bey de benim koroma keman ve bağlama ile eşlik ediyordu. Ben de Evrensel Müzik Merkezimizin korosunda korist ve solist olarak görev alıyordum. Öğretmenliğimiz boyunca meslek arkadaşlığımız, birbirimize desteğimiz hep sürdü, hala da devam etmekte. Müzik öğretmenliğinden emekli olunmuyor, zevkle yürütüyoruz çalışmalarımızı. Bir sene dediler ki bu sene ilk defa Muammer Sun özendirme ödülünü verecek. Bunu duydum bu ödülü biz almalıyız dedim. 100 küsur koro katılıyor, üniversite koroları bile var. Biz bu ödülü 2005 yılında Çorum Atatürkçü Düşünce Derneği Çocuk Korosu, 2007 yılında Çorum Evrensel Müzik Merkezi olarak aldık. Muammer Sun’un elinden ödülü aldım, sarıldım, kucakladım. Çok özel bir andı bizim için. Bütün salon hayal kırıklığına uğradı, herkes o ödülü istiyor çünkü.

Çocuklar Benim Güneşim

İki çocuğumuz var, kızımız Özge ve oğlumuz Erkan. Mesleklerinin yanı sıra iyi birer müzisyen oldular. Müzik hobileri. Torunlarımız Deniz ve Aylin de piyano eğitimi alıyorlar. Arkamızdan koşar adım geliyorlar. Şu an bu yaşımda geriye dönüp baktığımda hiçbir şey eksik kalmamış. Yapmak istediğim her şeyi yapmışım. Ben şu olacağım demişim olmuşum. Şunu yapacağım demişim yapmışım. Öngörüm varmış demek ki bir de tutkum. Enerjimin iyi olduğunun farkındayım iç enerjimin. Vücudum kendi kendini şarj ediyor. Güneş enerjisiyle çalışan aletler gibiyim. Çocuklar benim güneşim, bir şey üretmek… Senelerce çalıştım, yedi senedir de İstanbul’dayım. Şimdi ise her yaştan hem çocuk hem yetişkine müzik eğitimi veriyorum.

Bugünden Bir Daha Yok

Son iki yıldır covid-19 pandemi döneminde eşim Sadi Bey türküler üretmeye yöneldi. Çeştli konularda yirmi kadar türkü üretti, üretmeye de devam ediyor. Söz ve müziğini kendisi yazıyor, birlikte seslendiriyoruz. Geçtiğimiz günlerde türküleri noterden tasdik ettirdik. İleride YouTube’da yayınlamayı planlıyoruz.

Bu dünyadan gelip geçici olduğumuzu ne kadar erken keşfedersek o kadar yaşadığımız günleri değerli kılmaya çalışırız. Yaşanılası, lezzetli, bugünün bir daha tekrarı yok. Ben bunu her gün söyleyince torunum da ezberlemişti onu. Yazlıkta şey diyordum bugün 8 Temmuz 2021, Denizcim bak oğlum diyordum bugünden bir daha yok işte, çiçekleri gösteriyorum bak ne güzel bir daha görür müyüz bu kadar güzel, denize gidiyorduk iyice yıkanalım eğlenelim diyordum, günlerin anların tadını çıkartmak… Torunum da öğrendi artık ne zaman söylesem anneannem başladı yine diyordu o da. Küçük olduğu için bilerek söylüyorum aslında. Küçükken büyüklerimizden duyduğumuz çoğu şeyleri hemen beynimize olduğu gibi yazıyor ve hiç unutmuyoruz. Tıpkı küçükken Mehmet Şenol hocamın bana verdiği sözü unutmamam ve o yolu ömür boyu yürümem gibi.

Cansu Bingöl, Yazar
Cansu Bingöl, Yazar