Havva Gürak – Kendin Gibi Ol

Bu dünyaya renk olup değer katıp öyle gitmek istiyorum.

Bir daha dünyaya gelsem yine aynı hayatı yaşamak isterdim diyen Havva Gürak’ın hayat hikayesi Aydın’da başlıyor. 9 Kasım 1947’de 5 çocuklu bir ailenin ilk çocuğu olarak başlıyor hayata. 3 katlı bir evde güzel hatıralarla geçiyor çocukluğu. Yaşam enerjisi yüksek, hayal dünyası geniş bir çocuk olmuş hep. Bir o kadar da maceraperest ve merhametli…

‘’Sokaktaki yaralı köpekleri toplayıp halamın eşine götürürdüm iyileştirmesi için. Sabah da kimse uyanmadan takunyalarımı giyer iyileşen köpeklerle koştururdum dışarda. Deli kız uyandı yine herkesi uyandırıyor derlerdi. Ben durunca köpekler de dururdu ya bayılırdım ona. Kardeşlerime ve mahalledeki çocuklara hayaller kurdurur hikayeler anlatırdım. Hayal dünyamın genişliği babama benzer. Okulda Atatürk’ü anlatmışlardı bize, ben de kardeşlerime anlatmıştım ağlaya ağlaya. Ramazan’da teravihe giderdik. Ben ninemin kıyafetlerini giyer bastonunu alırdım. Bütün çocuklar da peşime takılırdı ev ev dolaşırdık. Hafta sonları tüm mahalle Kuşadası’na denize giderdik. Sofralar kurulurdu yemekle paylaşılırdı. Cesur bir çocuktum.’’

Radyonun içindeki adamları bulacağım.

Annesi çok dürüst, dosdoğru; babası hayal gücü yüksek, çok renkli bir insan. Babamla çok gurur duyardım iyi ki benim babam derdim diye bahsediyor babasından. Çok sevdiği 2 kız 2 de erkek kardeşi var. Çok sevdiği ninesi de onlarla yaşıyor. Zorluklar da yaşıyorlar ama her koşulda birlikte olabilmeyi başarıyorlar.

‘’Annemin ninesi de bizimle yaşıyordu. Çok severdim ben onu, onunla yatıyordum. O beni seve seve masajlar yaparak uyuturdu. Masallar anlatırdı ya bayılırdım. Allah’ı anlatırdı bana. Dini ninem sayesinde öğrendim. Erkek kardeşim biriktirdiğim paraları bulurdu ama hiç kızamazdım ona. Radyo da vardı evimizde. Bir gün erkek kardeşim ben bu radyonun içindeki adamları bulacağım diye radyoyu kırmıştı. Mahallede herkes birbirine yardım ederdi. Yaşlıların evleri temizlenirdi alışverişleri yapılırdı sırayla.’’

Öldüm de cennete mi geldim?

Ortaokulu Kız Enstitüsünde, Liseyi Nazilli Lisesi Fen Bölümünde okuyor. Dersleri ve hocalarını çok seviyor. En çok resim çizerken mutlu olurdum diye anlatıyor o günleri. Okula giderken otobüse binmez otobüsle yarışırdım koşarak giderdim okula diyor. Otobüs parasını da biriktiriyor. O zamanlar en büyük hayali mimar olmak. Ancak şimdilerde yine dünyaya gelsem yine Darülaceze’de çalışırdım diyor. Yıldız Teknik Üniversite’nin sözlü mülakatı için gittiği İstanbul’da Florence Nightingalede hemşirelik hikayesi başlıyor. İlk yıl birçok duyguyu bir arada yaşadım, yemeden içmeden kesildim diye anlatıyor o yılları. Tüberküloza yakalanıyor ve Heybeliada’da bir yıl tedavi görüyor. Amerikan Hastanesinde ve Darülaceze’de halk stajı yapıyor üniversite yıllarında. Arkadaşlık ilişkilerine de çok önem veriyor. Herkes derdini anlatır hep bende kalırdı diye bahsediyor. Kız arkadaşları ağlayınca çok üzülüp sinirleniyor erkeklere karşı dik duramadıkları için. Okula bir kantin yapıyor o yıllarda kendi emekleriyle.

‘’ Heybeliada’da tedavi olurken hemşirelerin ne kadar duyarlı olduğunu gördüm orda. Davranışları çok güzeldi. Hastanedeki en genç hasta bendim. Herkes çok severdi beni. 1 yıl ara verdim okula. Döndüğümde daha bilinçliydim. Hemşireliğin ne demek olduğunu biliyordum artık. Amerikan Hastanesinde gördüğüm teknikleri gelip Darülaceze’de uygulardım. Bir gün bir hasta acaba öldüm de cennete mi geldim ben demişti. Çok mutlu olmuştum.’’

Darülaceze’de hem tiyatro sanatçısı, mimar, girişimci hem de hemşire oldum.

Eskişehir’e tayini çıkıyor mezun olduktan sonra. Darülacezedeki hocası çalışmalarından çok memnun kaldığı için orada rehabilitasyon şefi kadrosunda çalışmasını istiyor. 41 sene çalıştığı Darülaceze’den başhemşire olarak emekli oluyor. Hayatındaki tüm renkleri oraya yansıtmaya çalışmış, çok emek vermiş ve dinlemesi keyif ve gurur veren işler başarmış. Birçok insanın hayatına dokunduğu o yılları şöyle anlatıyor:

‘’Hiç işe gider gibi gitmedim ben oraya. Koşarak giderdim. Kız kardeşim de moda çiçek öğretmeni olarak işe başlamıştı o sırada burada. Birlikte hemşire lojmanında kalırdık. Önce sorunları tespit ediyordum sonra da nasıl çözüm bulabilirim diye düşünüyordum. Duvarlar hep gri beyazdı burada. Onların renklerini değiştirdim. Her dairenin rengi belliydi. Rengarenk çarşaflar yaptırdım. Bütün kumaşçılar, karyolacılar, esnaf beni tanıyordu artık. Duvarlara resimler astık. Her oda bir galeri gibi olmuştu. Derneğe gelen hanımlar vardı. Hepsi gazete okurlardı. Ben o gazeteleri toplayıp hastaları da toplayıp gazeteleri yırttırıyordum. Onları yırtarak deşarj oluyorlardı. Zamanla gazete getiren hanımlar da onlarla oturmaya, onları dinlemeye başladılar. Bu biriken gazeteler de boşa gitmesin diye belediyenin köpek barınağına gönderiyordum. Köpekler üzerinde yatsınlar, üşümesinler diye. Dairelerde biri birine kızınca kâğıt yırtmaya git hadi diyorlardı birbirlerine. Sorunlar daha çabuk çözülmeye başladı böylece. Sabahın 7’sinde rehabilitasyon merkezinin kapısının önüne toplanıp beni bekliyorlardı artık. Ebru yapıyorduk birlikte. Ben de onlarla oturup hayaller kuruyordum. Hem tiyatrocu, mimar, girişimci hem de hemşireydim burada.”

Herkesin içindeki çiçeğin açması için sahne hazırlamak istiyorum.

Kendi çabalarına başkalarını da dahil etmeye başlıyor zamanla. Florence Nightingaleden staja gelen öğrencileri yanına veriyorlar. Gönüllü üniversite öğrencileriyle benim de dedem ninem var projesi yapıyorlar. Ata Yadigarı Kuruma Gönül Verip İlham Alanlar Derneği’ni (DİLHAN) kuruyorlar. Sosyal Hizmetlerden ayrılan çocuklar için evler açıyorlar. Kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için iş imkanları sunuyorlar. Pek çok çocuğa sahne hazırlıyor, birçok çocuğun Havva Annesi oluyor…

‘’Yaşlılarla gençleri buluşturduk. Resimler, seramikler yaptılar birlikte. Yataktan kalkamayan hastalara da tepsilerde hazırlayıp götürüyorduk. Yaz aylarında karyolaları dışarı çıkarıyordum. Yazlık şemsiyeler almıştım. Talebeler de bahçede yemeklerini yediriyorlardı hastaların. Gençlere fikirlerini soruyordum daha başka neler yapılabilir diye. Üretemediğim bir an bana ziyan olmuş zaman gibi geliyor.’’

Çocuğumu kucağıma aldığımda tüm dünyaya sarılmak istemiştim.

Kendi ailesini 26 yaşında kuruyor, bir arkadaşının arkadaşıymış eşi. O da benim gibi boylu poslu biriydi diye anlatıyor eşini. İki oğulları var evliliklerinde. Büyük oğlu evli, çok akıllı çıtı pıtı bir gelinim var diye anlatıyor, oğlumun eşini sevmesi onunla gurur duyması beni çok gururlandırıyor diye bahsediyor. Bir de 8 aylık kız torunu var. Küçük oğlu Rusya’da çalışıyor. Her çalışan annenin hissettiği bazı duyguları hissediyor, içimde kalan şeyler var diyerek anlatıyor annelik serüvenini.

‘’O zamanlar tekrar bir hastalık geçirmiştim. Çocuklarım rahat rahat koynumda yatamadılar. Büyük oğluma birçok şey öğretiyordum bana bir şey olursa korkusuyla. 7 yaşında ütü yapıyordu. Kardeşine sahip çıkmasını öğütlüyordum bana bir şey olursa diye. Eşim gelmeden önce ışıkları kapatır kaplumbağa olurduk evde hepimiz. Benimle kermeslere geliyorlardı. Satış yapan üniversite öğrencileriyle satış yapıyorlardı. Çocuklarım kendi ayakları üzerinde durabilsin istiyordum. İyi eğitimler almalarını istiyordum. Çocuklarınızın kendi ayakları üzerinde onurlu bir şekilde durması o kadar güzel bir duygu ki. Saksıya diktiğin çiçeğin tohumun çiçek açması, karşıdan bunu seyretmek… evladının evlat sahibi olup da ayrı bir ağaç olması kadar da güzel bir şey yok.’’

Hayat her gün yeniden doğuyor.

Darülacezenin duvarları benim kendim gibi kalmamı sağladı diye anlatıyor. Kendin gibi kalabilmenin, hatalarınla sevaplarınla kendin gibi olabilmenin önemini vurguluyor. Kendini bilmek bu yaşımın en güzel yanı, tekrar genç olmak ister misin deseler istemem diyor. Zaten canım istediği zaman istediğim yaşta olabiliyorum diye de ekliyor. Keşke sabahları bir çorba kaynatsam da tüm çocuklara gençlere içirebilsem diye hayal ediyor. Herkesin çok değerli olduğuna, herkesin içinde bir güzellik olduğuna inanıyor. İki duvarın arasında hiç olmayacak yerlerde açan çiçekleri anlatıyor umudu buna benzetiyor.

Bu dünyaya bir renkten çok bir gökkuşağı oluyor. Rengarenk bir iz bırakıyor yaşamıyla. Gençlere hayatın bazen onlara sahneler kurmayacağını, kendi rollerini kendilerinin üstlenmelerini tavsiye ediyor. Son olarak içinizdeki güzelliğe çiçek açtırın, meyvelerini de hak eden yesin şifa bulsun diyor.

 Ne geçmiş tükendi ne yarınlar/ Hayat yeniler bizleri/ Geçse de yolumuz bozkırlardan/ Denizlere çıkar sokaklar.

Betül Turalıoğlu, Yazar
Betül Turalıoğlu, Yazar

Artık birçok çocuk gibi benim de bir Havva Annem var. Onu dinlemek beni iyileştirdi. İçimdeki umut tohumları çiçek açtı hikayesini dinlerken. Yaptığı her şeyi hayranlıkla dinledim. Dokunduğu, iz bıraktığı hayatları düşündükçe huzur kapladı içimi. Birçok çıkarım elde ettim kendi hayatım için de. Bu hikayeyi okuyan herkesin de aynı duyguları hissetmesini, kendi hayat sahnesini kurup en güzel rolü üstlenmesini umut ediyorum. Umut hep var, şarkıda da dediği gibi…