Mehmet Öktem

Kırmızı Üç Tekerleğim

Babam bana kırmızı, üç tekerlekli bir bisiklet almıştı, onu çok seviyordum. Çocukluğuma dair aklımda ilk canlanan görüntü bu aslında. Biz Cağaloğlu’nda şu anki İstanbul Erkek Lisesinin arka tarafında oturuyorduk. Oralarda o zamanın Türk Sanat Müziği gazinosu vardı. Ben 8-9 yaşlarındayken Zeki Müren, Safiye Ayla, Perihan Sözeri, Sabite Tur Gülerman gibi birçok sanatçıyı orda izledim. Bu kırmızı bisikletimle oraya gidip bahçesine park ederdim. Sahibi babamın arkadaşı olduğu için rahatça girip çıkabiliyordum. Sahnenin önüne oturup tek tek sanatçıları izleyip dinlerdim. Bu gazinoda komedyenler de olurdu Osman Aga, Celal Şahin gibi. Ben de onları dikkatle izlerdim.  Evde dayımın telleri kopmuş bir mandolini vardı, kenarda duruyordu. Bazı akşamlar o mandolini alıp tabureye otururdum. Tüm ailemi de karşıma dizip şarkılar söylerdim, eğlendirirdim, konser verirdim bi nevi.

Üç Tekerlekli Bisiklet

Oyunlarım

Küçüklüğümde bana alınan tahta otomobiller, trenler vardı. Cağaloğlu’nda büyük ahşap bahçeli bir evde yaşıyorduk ve onun bahçesinde çamaşırlar için büyük kazanlar kaynatılırdı, büyük ateşler yakılırdı. Ben de bu oyuncakları parçalayıp odun diye götürürdüm. Böyle yapıyorum diye kızarlardı ama tekrar yenisini de alırlardı. Biraz daha büyüyünce sokakta arkadaşlarımla çelik çomak oynamaya başladım, kızlarla ip atlardık onun dışında top bulamayınca kömür ve gazete parçalarını sıkıştırıp top yapıp futbol oynardık. Daha sonra ise büyüyünce basketbol oynamaya başladım.

Çocukluğumdaki Hayal, 50 yıl Sonraki Yaşamım

Babam aynı zamanda bir siyasetçiydi. Bize her ay şehir tiyatrolarından davetiyeler gelirdi. Şimdiki Tepebaşında bir dram tiyatrosu bir de komedi tiyatrosu vardı. Her ay bir tiyatro oyununa götürürlerdi beni, çok severdim. Bir örnek veriyim size Engin Cezzar’ın şehir tiyatrolarında ilk kez sahneye çıkıp Hamlet’i oynadığını ben izledim mesela. Dolayısıyla tiyatroya gitmeyi çok severdim ailem de beni götürürdü. İlkokul dönemimde 5. Sınıfta da Buz perisi opereti diye bir çocuk oyunu vardı. Ben buz perisi olarak başrolü oynamıştım. Onun fotoğrafları da var hala bende, beyaz kıyafetlerle. O dönem beyaz çizme falan yok, annem siyah çizmenin üstüne beyaz kılıflar geçirerek bana pelerinler, kürkler yaparak beni hazırlamıştı, hiç unutmam. O zamanlardaki hevesimle tiyatrocu, müzisyen olmak isterdim. Tiyatrocu olamadım sanayici oldum ama 50 küsur yaşlarımda hayatıma format atıp Beyoğlu’nda bir bar açtım. Hafta sonları canlı müzik yaparız, ben de arada gruplarla çıkıp gençliğimden kalan ezbere bildiğim Cem Karaca şarkıları falan söylerim. Gençliğimde olmadı ama yaşlılığımda bu hayalimi gerçekleştirmiş oldum. 

Buz Perisi Opereti

Babam

Babamdan çok gururla bahsederdik. Çok küçük yaşlarda İstanbul’a gelmiş, dayısının yanında büyümüş ve kendi kendini yetiştirmişti. Önemli biriydi, erkek kumaşı piyasasında bir yer edinmişti kendisine ama cemiyetçiliği, kulüpçülüğü, siyaseti çok severdi. Çok genç yaşlarda parti üyesi olup yıllar içinde 61-65 yılında İstanbul vekilliği yapmıştı. Bu arada mahallemizin de bir kulübü vardı onun başkanlığını yapmıştı. Kulüp amatör dördüncü kümeden babamın başkanlığında 4 senede her sene şampiyon olarak birinci kümeye yükseldi. Babam bizim için çok önemliydi. Çok doğru, düzgün ve saygılı biriydi bana da bu özellikleri kazandırmış oldu. 

Ailemden Bana Kalan

Ailemizde benim de şu an sürdürdüğüm gelenekler bana yadigâr kalan şeyler var. Bunlardan benim için en önemlisi eşe saygılı ve sevgili olmaktı. 2 evliliğimde bu geleneği devam ettirdim şu an da bir beraberliğim var onda da buna devam ediyorum. Kısacası ‘Höt höt’ bir adam değilim, ailem bana bunu öğretti. Eşya olarak ise onlardan bana yadigâr kalan şey benden bir yaş büyük yani 78 yaşında Siera marka lambalı bir radyo var. 2 tane de anneannemden kalan 100 küsur yıllık gaz lambası var. Bazı arkadaşlarımın tabiriyle benim evim müze ev gibidir. Bu eşyalar çocukluğumdan kalan önemli objeler, bi nevi tarih.. O radyolar uzun dalga, orta dalga ve üç tane kısa dalgaydı. FM yoktu o dönemler.. 60’lı yıllarda babam Almanya seyahatinden dönerken bir teyp getirmişti. Grundig denilen makaralı teypler vardı o dönem. Ben İstanbul radyosu orta dalgadan yayın yaptığı zaman elektrik kablosunun iki ucunu teybe diğer iki ucunu da radyoya sokarak teypten radyoya müzik kaydı yapardım mesela. 

Lise Yıllarım

Liseye Pertevniyal lisesinde okuyarak başladım. Lise yılları benim için güzeldi, atletizm takımında kros koşardım. 19 Mayıs gösterilerine ilk başlarda jimnastik hareketleriyle girişmiştim ondan sonra flama ve bayrak tuttum. Boyum uzun bedenim de düzgün olduğu için beden eğitimi hocası beni ilk başlarda takıma daha sonraları ise bayrak tutmaya almıştı. Ancak dersler konusunda sporda olduğum kadar başarılı değildim. O dönemler 60’lar olduğundan okullar çok kalabalıktı. Pertevniyal lisesinde sınıfımız 70-80 kişiydi. Sıralarda üçer kişi otururduk hatta ayakta kalanlar bile olurdu. Daha sonra ders yılının başında Bakırköy Lisesi açıldı ve bizim okulun kalabalığı azalmaya başladı. Sınıf mevcudumuz 40-45 kişiye düştü, daha rahatlamış olduk. Edebiyat derslerine özel ilgim vardı. O dönemler çok değerli olduğunu bilmediğim Tahir Alangu isimli bir edebiyat hocam vardı. Çok saygı duyduğum sevdiğim bir insandı. Yıllar sonra öğrendim ki Türkiye’nin önemli edebiyatçılarından biriymiş. Onun derslerinde, özellikle de kompozisyonda çok başarılıydım. Tahir hocadan 8-9 alırdım kompozisyon yazdığımda. O dönem resmi, müziği, edebiyatı, sanat tarihini çok severdim. Diğer dersleri çok sevdiğimi söyleyemem zaten çok başarılı da olamamıştım. O dönem arkadaşlarımla da bir müzik grubu kurmuştuk, ben bongo çalar şarkı söylerdim. Birkaç defa İstanbul kız lisesinde, erkek lisesinde sahne aldık grup olarak. Müzikle uğraştım tabii ama iş hayatına girince bana biraz uzak kaldı müzik işleri. En çok ilgi duyduğum şey müzikti. Sesimin iyi olduğunu söylerler, şu an da bazen sahneye çıkıp şarkı söylerim. 

Mektup Arkadaşlarım

Lise dönemlerimde şimdiki gençlere komik gelir belki ama yabancı ülkelerdeki arkadaşlarımla İngilizce mektuplaşıyordum. Arkadaşlarımız aracılığıyla veya bulabildiğimiz mecmualar sayesinde diğer ülkelerden arkadaş edinip İngilizcemizi geliştirmeye çalışıyorduk. Benim İngiltere’den ve İsveç’ten iki tane kız arkadaşım oldu, onlarla uzun süre mektuplaştık. Yılbaşlarında birbirimize hediyeler gönderdik hatta İsveç’teki kız arkadaşımdan gelen minicik bir ayıcık var hala durur bende. 

İş Hayatım

Lise bitince üniversiteye devam etmedim. Ben 20 yaşındayken babam bana plastik atölyesi açtı, daha doğrusu vermiş oldu. Burda ufak ufak ticaret hayatına atılmaya başladım. Tabii ki daha önceden deneyimim yoktu ama şöyle diyebiliriz; birkaç sene kendi kendimi yetiştirdim, piyasayı ve oradaki insanları tanıdım. İş yaptığım insanların çoğunluğu benden büyüktü -en az 15-20 yaş büyük insanlardı- Onlarla ticaret yapmaya başlayarak deneyimlerimi geliştirdim. Ondan sonra da yavaş yavaş işin sahibi olmaya başladım, teknik ve ticari kısmına hâkim oldum. Yaklaşık 40 yıl sürdü bu plastik eşya üreticiliği. Yaptığım işte de başarılı olduğumu sanıyorum.  İlk başlarda babamın işi olan kumaş piyasasına plastik ürettim. Daha sonra ilaç sanayisiyle bazı işler yaptık. Onların ambalaj malzemelerini, şurup kaşıklarını ürettik. Hatta tek bununla da sınırlı değil kozmetik sanayisiyle, otomotiv sanayisiyle çok işler yaptık. Çünkü plastik eşya Türkiye’de o zamanlar daha yeni yeni gelişiyor gibiydi. 

Yıllar sonra ikinci eşim hava yollarında çalıştığı için çok yurtdışı seyahati yaptım. Yurtdışı seyahatlerinde yabancı ülkelerde -Almanya’da, İtalya’da, İngiltere’de- bazı ürünleri tanımış oldum. O ürünlerin burda benzerlerini yapıp piyasaya sürdük ve yan sanayi olarak çalışırken yavaş yavaş kendi ürünlerini üreten -mutfak, banyo eşyaları vs.- bir firma haline geldik. Piyasada da uzun süre bu ürünleri pazarladık. O dönemler bilmezdim ama bir sanayici arkadaşım saklama kabını Türkiye’de ilk yapanın ben olduğumu söylemişti. Kaliteli ve sağlığa uygun ham maddeler kullanıyorduk. O dönemler sağlık bakanlığının böyle bir politikası yoktu ama ben saklama kaplarını TÜBİTAK’a götürüp incelettim. Onlar 3 hafta inceleme sonunda benim kullandığım ham maddenin sağlığa uygun olduğunu tescil ettiler. 

2000’li yıllarda ise Çin ithalatı devreye girince bizim yaptığımız ürünlerin benzerleri ama daha kalitesizleri tabii aynı zamanda çok daha ucuzları ülkemize getirilmeye başlandı. Büyük firmalar da kendi kâr marjlarını düşündükleri için bizim ürünlerimizi tercih etmemeye başladılar. Ben de tam bu dönemde hayatıma format atıp Beyoğlu’nda bir bar açmaya karar verdim. Birkaç sene hem barcılık hem plastik eşya üreticiliği yaptım daha sonra ise sanayici kimliğimi tasfiye ettim. Bugün 77 yaşında olduğuma göre 57 yıldır hala ticaret hayatının içinde faal olarak çalışıyorum. Ne kadar lazımsa ülkeme vergi de ödüyorum. Son 2 senenin pandemisiyle iş hayatım çok olumsuz etkilendi, bunun altından kalkmaya çalışıyoruz ama ne kadar başarılı oluruz bilemiyorum. 

Aslına bakarsak plastik eşya üreticiliği işini ben seçmemiştim. Babam 60 ihtilali sonrası kumaş mağazasını kapatıp bu plastik atölyesini açmıştı. Ben de onun yanına gidip yardım ediyordum ona. Daha sonra babam 61 yılında vekil olunca bu işi bana devretmeyi teklif etti. Babamla beraber çalışırken de sevmiştim işi. Bir şey üretiyorsanız ve o insanlar tarafından beğeniliyorsa, işe yarıyorsa, kullanılıyorsa mutlu oluyorsunuz. Keyif alarak yıllarca yaptığım bir işti. Şu anki işimi de çok büyük keyifle yapıyorum.

Özel Hayatım

İş hayatımdan bahsetmiş oldum aynı dönemlerdeki özel hayatımdan da bahsedeyim. Lise döneminde flört ettiğim, sevdiğim kişiler oldu tabii ama 20’li yaşlarımda da lise dönemi haricinde flört hayatım oluştu. Bizim zamanımızda bugünün ya da dünün clubları, diskoları çok azdı. Bizim dönemimizin genç kızları da saat 7’den sonra dışarıya pek çıkamazdı. Bazı diskotekler cumartesi günleri saat 14.30-18.00 arası matine yapardı. Biz de oraya kız arkadaşlarımızla gidip dans ederdik, eğlenirdik. Eğlence hayatımız şimdiki gibi çeşitli değildi ama yine keyifle zaman geçiriyorduk. 

Babam siyasetçi olmanın yanında bir de Kızılaycıydı. Kızılay’a yaptığı hizmetlerden dolayı madalyalar da kazanmıştı. Bayramoğlu semtinde Kızılay’ın arazileri vardı ve yazın Kızılay mensupları orda kamp yapardı. Biz de o kampa katıldık, kampın yanında da müstakil bir ev vardı. O evde oturan hanımın yeğeni Zeynep’le orda tanışıp arkadaş olduk. Daha sonra ise flört etmeye başladık biz onunla. Birkaç sene bu şekilde devam ettikten sonra 27 yaşındayken yuva kurup evlendik. 1971 yılında evlendik, 1972 yılında ise kızım doğdu. Ama maalesef eşim 4 sene sonra meme kanseri oldu. Yaklaşık 2 sene yurtiçi ve yurtdışında tedavi gördü ama ne yazık ki kızım 4 yaşındayken eşim rahmetli oldu. Dolayısıyla 6 senede bitmiş oldu evliliğim. Rahmetli eşim benim anneme kızımı vasiyet etmişti. Bundan dolayı annemin yanında büyüdü. 

Bundan 2 sene sonra da ben 2. evliliğimi Semra’yla yaptım. Arkadaşlarım vasıtasıyla tanışmıştım kendisiyle. 1978 yılında olan evliliğim 24 yıl sürdü. Aslında arkeologdu ama Türk Hava Yolları’nda çalışıyordu. Hava yolları çalışanı olunca vergisiz bilet kullanılıyordu. Yani yurtdışındaki oteller, işletmeler hava yolları mensuplarına indirim yaparlardı. Ben de bundan faydalanarak herhâlde dünyanın yarısını dolaşmışımdır. Çok yer görüp gezdim, daha önce de söylediğim gibi bu iş hayatıma da faydalı oldu. 18. yılımızda 2. eşim de ne yazık ki meme kanseri oldu. Tedavi sürecindeyken Çapa’daki onkologlar ve patologların kurduğu bir derneğe katıldık, üyesi olduk. Daha sonra o derneği bir vakıf haline getirdik. Kansere Umut Vakfı diye bir vakıf kurmuş olduk beraber. Eşim, benim bu hastalıkla mücadele edecek gücüm var ama gücü olmayanlara yardım edelim diye böyle bir vakıf kurulmasını istedi. Vakıf yıllardır devam ediyor ama şimdi çok başarılı değiliz maalesef. Tedavi süreci de gayet iyi giderken kötüleşmeye başladı ve 2001 yılında da ikinci eşimi kaybettim. 

19 yıldır ise bir arkadaşım var onunla birlikteyim. Onunla tanışmamız biraz ilginç. 2003 yılının aralık ayında bir derneğin toplantısı vardı. Yaklaşık 70 tane üniversite genci benim mekanımı buluşma noktası olarak kullandı. Şu anki eşim de o organizasyonun başındaydı, öylece tanışmış olduk. İdeal bir ilişkide bana göre kadın ve erkek birbirine çok saygılı olmalı. İki tarafın da birbirini hoş tutması gerek yani. Dolayısıyla kimsenin kimseye hakimiyet kurmadan saygılı ve sevgili bir şekilde ilişkide olması lazım. Ben de ilişkilerimde bunu başarmaya çalıştım, başardığımı da düşünüyorum açıkçası. 

Ailem

Kızım Begüm İrem Kültür Koleji’nde Almanca öğretmeni. 2 de torunum var; büyük torunum Ece Bilkent 4. sınıfta siyasal okuyor, küçük torunum Mine ise annesinin okulunda lise sona gidiyor, kimya konusunda çok başarılı. Hatta kimya dersinde arkadaşlarıyla beraber, öğretmenlerinin desteğiyle yara bandının yerine kullanılan bir ürün üretmişler. TÜBİTAK’tan İstanbul birincisi, Türkiye ikincisi ödülünü aldılar. Ben doğru düzgün eğitim almadığım halde kızımın ve torunlarımın başarısı beni gururlandırıyor. Kızım annemin yanında büyüdü, ben ona destek olmaya çalıştım ama hiçbir zaman kendi annesiyle olan bir ilişki olamadı maalesef. Biz yine de idare ettik durumu. Bugün de çok sık görüşemesek de ilişkimiz çok iyidir kızım, torunlarım ve damadımla. Mesela benim başımın tepesinde saç yok ama arkasında kuyruk var. Küçük torunum benimle beraber olduğumuz zaman hemen arkama geçip kuyruğumu örer. Ben de onun ördüğü kuyruktan dolayı üç gün başıma bone takıp öyle duş alırım. Böyle bir ilişkimiz var. 

Gezip Gördüklerim

Ülkemi seviyorum, burada da çok fazla yere gidip geldim. İstanbul harici bir yerde yaşamak istesem İzmir derdim ama İstanbul’u da bırakamam tabii. Onun haricinde Urfa’yı, Artvin’i, Bodrum’u ve daha birçok yeri gezip gördüm. Son 5-6 senedir 8-10 kişilik bir arkadaş grubumuz var beraber midilli adasına gidiyoruz. Midilli çok güzel bir ada hatta orda yaşayan eski göçmenler Türklerle çok iyi anlaşıyor. Perşembe günleri Ayvalık pazarına gelip ucuza alışveriş yapıyorlar. 3-4 sene önce İzmir Seferihisar’da 8 arkadaş, daha doğrusu 4 çift bir zeytinlik aldık. Orda birkaç kişinin kalabileceği bir alan da yaptık. 9 ayını doldurmuş olan bir kangal kızım var onu bu bahsettiğim zeytinlikte tanıyıp 2 aylıkken buraya getirmiştim. Macerayı, seyahat etmeyi, insanlarla ilişki kurmayı çok severim. 

Yılların Birikimi

Benim için bu yaşta olmanın en güzel yanı yılların birikimi, edinebildiğim deneyimler.. İnsanlara bir şeyler verebiliyorsam, öğretebiliyorsam çok iyi ama kimse her şeyi bilemez. Bir gün bir arkadaşım senin müdavimlerin çok gençler, senden çok şey öğreniyorlardır dedi. Eyvallah benden çok şey öğreniyorlardır ama ben de onlardan çok şey öğreniyorum dedim. Gerçekten benim bilmediğim bir sürü şeyi de gençler biliyor. Bir gün gel mekanıma seni o gençlerle tanıştırayım bak bakalım o gençler neler biliyorlar diye söylendim ona. İlle yaşlıdır diye çok bilecek veya gençtir diye az bilecek değil. Bu yaşta olmam, iyi ya da kötü yaşadığım deneyimler bende birtakım şeyler yarattı. Kendimi de olduğum yaşta hissettim her zaman. Bende 18 yaşında olmak istemek veya farklı bir yaşta olmayı istemek yoktur. Daha önce hepsini oldum zaten. Zaman zaman güzel zaman zaman sıkıntılı dönemler geçirdim. Yaptığım şeylerden, yaşamaktan keyif alıyorum, almaya da devam edeceğimi düşünüyorum. Yaşayabildiğim sürece de sağlıklı, güçlü ve dinç olmayı arzu ediyorum. Bunun için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Çocukluğumda, gençliğimde, yetişkinliğimde çok güzel günler geçirdim ama şu an geriye dönüp keşke şu olsaydı dediğim bir şey olmadı. Hayatımda her şeyi dolu dolu yaşadım. Tanrı veya Tanrılar kim varsa ne kadar ömür verildiyse bundan sonrasını da aynı güzellikte yaşamaya çalışacağım.

Sevdiği Sanatçılar: Ahmet Ümit, Zülfü Livaneli, Yahya Kemal, Dostoyevski, Johnny Depp, Gerard Depardieu, Dustin Hoffman, Marlon Brando, Tanju Okan, Zeki Müren

Erdem Mert, Yazar
Erdem Mert, Yazar