Fatma Ersan
Yeter Ayık Döner
Ufuk Beyazova, 1947 yılında Niğde’nin Bor ilçesinde dünyaya geldi. İlkokul ve ortaokulu doğduğu yer olan Bor’da tamamladı. 1971 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi ve aynı üniversitede 1974 yılında Halk Sağlığı, 1979 yılında Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları alanlarında uzmanlığını yaptı. Doktorluğa Trabzon’da bir sağlık ocağında başlayan Ufuk Beyazova görevine Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak devam etti. 1982’de halk sağlığı doçenti oldu. 1986’da Gazi Üniversitesi Çocuk Sağlığı Anabilim Dalına öğretim üyesi olarak geçti ve 1988’de Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları alanında doçent, 1996’da aynı dalda profesör oldu. Gazi Üniversitesi’nden emekli olduktan sonra özel bir hastanede üç sene daha doktorluk yaptı. Şu an Ankara’da ikamet eden Ufuk Hanım, evli ve iki çocuk annesidir.
Çay Tabakları, Çiçek ve Yapraklar
Üç oda bir salon tek katlı küçük bahçeli bir evimiz vardı. Annem, babam, ablam, anneannem ve ben yaşardık. Ara sıra babaannem de gelirdi bizimle kalmaya. Çocuklukta evcilik oynamayı severdim. Arkadaşlarımla birlikte olmak… Ninemin çöpten yapıp elbise diktiği bebek vardı onunla oynardık. İki iskemle bacağına salıncak kurup sallardık ninemin yaptığı bebeği. Evimizin bahçesine kilim serip otlardan yemek yapardık. Çay tabakları kap, çiçekler ve yapraklar yemek malzemeleri olurdu. Başka oyuncak yoktu.
Ne Getirdin Bana Çocukluğundan?
Mutlu bir çocuktum diyebilirim. Yaramaz değildim söz dinlerdim ama çekingen de değildim. Yoksullara ve hayvanlara karşı yardımseverdim. Garip adında bir sokak köpeğimiz vardı. Kendini sevdiren, iyi, akıllı bir köpekti. Bir gün kuduz olayları var diye amcam zehirledi Garip’i. Çok üzülmüştüm. Bu olaydan sonra başka bir köpek geldi kapımıza onu alıp beslemeye başladık. Bağsız bir şekilde bahçede istediği gibi gezer dolaşırdı, adı Tarzan oldu.
Ailemin bana öğrettiği en önemli ve anlamlı şey yardımsever ve dürüst olmak. İkisine de uydum. Babam yerel bir gazetenin editörlüğünü yapardı. Bunun yanında okul yaptırma derneğinde çalışırdı. Yoksullara yardım ederdi. Onu örnek aldım, belki de genetik… Evde kendimi en çok babama yakın hissederdim. Bana okumam için kitap alırdı. Dünya olaylarını benimle konuşurdu, bana büyük insan muamelesi yapardı.
Her zaman başarılı bir öğrenci oldum, her sene takdir belgesi alırdım. Ortaokulda gazetede yazılar yazardım. Okulda oyun sahneye koyar, ufak öyküler yazar, özel günlerde şiir okurdum. Lisede çocuk hastanesine gider, hastalara yemek yedirir, kitap okurdum. Göz tümörü olan küçük bir çocuk vardı, göremiyordu, masal anlatırdım. Onu unutamam.
İlk Aşkım
İlk aşkım James Dean’di. Onun asi genç hallerini severdim. Günlüğüm onun fotoğrafları ve Attila İlhan’ın şiirleriyle doluydu. Çok az filmi vardı yirmili yaşlarda bir motosiklet kazasında öldü. Fakültede şimdiki eşime aşık oldum, mezun olunca da evlendik. Bağlama çalmasına vurulmuştum, türkü de söylerdi. Fakültede herkes kimin kiminle sevgili olduğunu bilirdi. Dersten kaçıp gençlik parkına pikniğe; Çubuk Barajı’na bira içmeye giderdik.
Eşim aynı zamanda meslektaşım olduğu için kolay anlaştık hep. İki kızımız var, Sevgi ve Ayşe. Sevgi biyolog oldu, kemik iliği nakli konusunda çalışıyor. Ayşe eğitimci, yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli projeler yürütüyor. Ben ihtisas sırasında gün aşırı nöbet tutarken eşim evde bir yaş arayla doğan Sevgi ve Ayşe’ye o baktı, tabii kayınvalidemin yardımıyla. Kızlarımın doğumuyla birlikte işler ve sorumluluklar arttı tabi ama mutluluk da arttı. Çocuk sahibi olmak çok güzeldi.
Biz de Onunla Evlendik!
Anadolu’nun bir köyünde toplum kalkınması çalışması yapmıştık. Yıllar sonra Hacettepe’de çalışırken köye gittiğimiz yıllarda ilkokulda olan bir genç kız geldi. ‘’Ne yaptın o zamandan beri?’’ diye sordum. ‘’Hani yanımda oturan Hasan vardı ya biz evlendik onunla.’’ dedi. ‘’Sen ne yaptın Ufuk Abla?’’ diye sordu o da bana. Ben de hani birlikte geldiğimiz Mehmet vardı ya, biz de onunla evlendik, dedim.
Küçük Tabut
Bölge hastanesinde çalışırken zehirlenen bir çocuk getirdiler hastaneye. Hemşire arkadaşla sabaha kadar uğraştık, sabah bilinci açıldı çocuğun ama bir baktık ki aile ortadan kaybolmuş. Ne gamsız insanlar diye söyleniyoruz… Yorgun argın bir çay yaptık kendimize pencerede içiyoruz derken hastaneye bir kamyonet yanaştı, çocuğun babası indi. Arabanın arkasına dolaşıp küçük bir tabut indirdi, çocuk öldü zannetmişler. Baba gelip yatağın içine oturdu çocuğunun yanına. Çocuğunu iyileşmiş bir şekilde görünce çok sevindi. O babanın sevinci hala gözümün önünde.
İkincil Kazanç
Bir hastamla anımı anlatayım. 14 yaşında bir oğlan, çok ciddi bir hastalığı var. Annesi babası etrafında dönüyorlar, bir dediğini iki etmiyorlar. Bak Sercan dedim ne istesen yapıyorlar bu hastalığın ikincil kazancı. Sercan gülümsedi, birincil kazancım da sizsiniz hocam, dedi. Çok sevindim ama maalesef kaybettik Sercan’ı. Çok üzüldüm, 17 yaşında yaşama veda etti. Cenazesine bütün arkadaşları geldi, hiç unutmam.
Yirmi Yıl Sonra
Bir akşam gece beş civarı bir bebek geldi hastaneye, menenjit. Nöbeti devrettim tam gideceğim baktım ki bebeğin durumu ağır hastanede kaldım. Yine sabaha kadar uğraştık, bebek kurtuldu. Yirmi yıl sonra Ankara’da bir hastanenin asansöründeyiz, bir anne ile genç kızı bindi. Anne beni tanıdı o gece eve gitmeyip kurtardığınız bebek işte bu kız diyerek yanındaki genci gösterdi. Çok sevindim, çok anlamlı bir andı.
Sen Bu Ay Verme Maaşını
Mezun olunca Trabzon’da bir sağlık ocağında çalıştım. Doğa çok güzeldi. Deniz mavi, ormanlar yeşil… Karadenizliler çok esprili insanlar. Sigorta hastanesinde işçileri muayene ediyordum. Kapının önü hasta dolu, işçilerden biri beklemekten sıkılmış. Kapıya tekme savurdu, kapı açıldı, bana bağırdı: ‘’Çabuk bakacaksan bak! Senin paranı ben veriyorum!’’ O an afalladım, ne desem diye düşünüyorum. Yanımda Laz bir sağlık memuru vardı. ‘’Haklısın hemşerim, bu doktor çabuk bakamıyor, sen bu ay verme maaşını.’’ dedi. Mosmor olup gitti tekmeyle giren adam.
Söyleşi
Sanatın insanları geliştirdiğine inanıyorum. Doktorların hayatında hep hastalık hep ilaç olmasın diye üniversitede çalışırken her hafta bir sanatçı davet edip söyleşi düzenliyordum. Ünlü yazarlarımızdan Muzeffer İzgü gelmişti söyleşilerimizden birine. Beş yüz kişilik salon doldu öğrenciler yerlerde oturdular. Söyleşiden önce sanatçıya saat 14.00’te bitmeli dedim. Saat 14.00 oldu kimse çıkmıyor! Muzaffer İzgü, hocanız bana tembih etti hastalar kızıyormuş, dedi. Hala el kaldırıyorlar, güç bela 14.30’da bitirebildik.
Emeğime Değmişti
Türk Tabipler Birliği Hizmet Ödülünü almam ve emekli olduktan sonra üç yıl çalıştığım Özel Koru Hastanesi’nin pediatri kliniğine benim adımın verilmesi bir hayli gururlandırmıştı beni. Öğrencilerimin ve meslektaşlarımın sevgi ve takdirlerine de paha biçilemez. Gazi Üniversitesi’nde ilk kez çocuk koruma merkezini kurmak çok özeldi. Bu merkezde cinsel ve fiziksel istismara uğramış çocukların tanı ve tedavisi yapıldı.
Aşı eğitimi için Güneydoğu Anadolu’da dolaşıyordum. Iran sınırında Siirt’in Eruh ilçesinde bir sağlık ocağına gittik. Hekime kendimi tanıttım, ben Dr. Ufuk Beyazova diye. Şaşırdı, masanın çekmecesini çekti. Bir kitap çıkardı çekmeceden. Sizin kitabınız var bende dedi. Çok sevinmiştim, emeğime değmişti diye düşündüm kendi kendime. Yurdun en ücra sağlık ocağında çalışan hekimine bile kitabımın ulaştığını görmek mutluluk vericiydi.
En sevdiği yazarlar: Hakan Günday, Muzaffer İzgü ve Aziz Nesin
En sevdiği ozanlar: Nazım Hikmet, Atila İlhan ve Aşıķ Veysel
En sevdiği yönetmenler: Abbas Kiarüstami, Akira Kurosava, Nuri Bilge Ceylan
En sevdiği Şarkı: Bob Ezzam- C’Est Ecrit Dans Le Ciel
En sevdiği kitaplar: Veba Albert Camus, Muzaffer İzgü-Zıkkımın Kökü, Aziz Nesin-Koltuk, Gogol-Palto, Cemal Süreya-Üstü Kalsın, Aşık Veysel Şatıroğlu- Dostlar Beni Hatırlasın