Yeter Ayık Döner
Mehmet Turgay Polat - Yaşadıklarım
Balıkesir’de sekiz odalı üç dönüm arazi üzerine kurulu, her türlü meyva ve evcil hayvanın eksik olmadığı taş bir evde, ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya geldim. Biri benden 14 yaş büyük, diğeri 8 yaş büyük iki ablam vardı. Köy Enstitüsü mezunu olan, kendisi de Cumhuriyete ilk ışık veren öğretmenlerden biri olan babam, ilk olarak Balıkesir -Akbaş köyüne atanır.
Şu anda müze haline getirilen ilkokulda babamın resmini ve hizmetlerini görmek mümkündür. Annem kendini yetiştirmiş, ömrünü evlatlarına adamış, Çerkes kökenli bir ev hanımıydı. Annem-babam birbirlerini severek evlenen, yıllarca bir arada mutlulukla bir arada yaşamış, birbirleri için yaratıldıklarına inanan, birbirlerine saygı ve sevgileri hiç eksilmeyen benim de gıptayla baktığım bir çiftti. Bu anlamda sevginin hiç eksik olmadığı bir ortamda bol bol sevgi alarak büyüdüm.
İlkokula babamın öğretmenlik yaptığı okulda başladım. Bu hayatımın ilk dönüm noktasıydı. Öğretmenlik mesleğini seçişimde en büyük etken, kendisi de Cumhuriyet sevdalısı olan ilk öğretmenim babamdı.
Ben bildiğim bileli babam, yanında sayısız mendil taşırdı. Hep merak ederdim bu kadar mendili niye taşıyor, ne yapıyor diye. Onun öğrencisi olduğum zaman gördüm ki, o kadar mendili burnu akan çocukların burnunu silmek için kullanıyordu. Bunu yaparken, öğrencilerine sevgi dolu yaklaşımı, çocukların ona bakarken, gözlerinde ki ışıltıyı görür, öğrencileri büyüyüp, meslek sahibi olduğunda onlarla nasıl gurur duyacağını, onlarda nasıl izler bıraktığını düşünürdüm. Ve karar verdim. Kesin ben öğretmen olmalıydım. Bizim çocukluğumuz, güvenli sokaklarda oyun oynayarak geçti. Ne zaman oyun oynasak ben ya anne ya da öğretmen olurdum. Bez bebeklerim vardı. Onlara elbiseler diker, arkadaşlarıma öğretmenlik yapardım. Bu kararın sonucu, önce Balıkesir ortaokulu ve sonrası Necati Bey İlköğretmen Okulu ve mezuniyet.
Yaşım 16 olmasına rağmen, yaşımı büyüterek, profesyonel çalışma hayatıma Balıkesir’e 45 km uzaklıktaki Dereçiflik İlkokulu’nda başladım. Öylesine heyecanlı, öylesine etik değerlerle yüklüydüm ki kendimi Çalıkuşu gibi hissediyordum. Bilfiil köyde yaşayarak, köyümle bütünleştim. Köyün her şeyi oldum. Gün geldi öğretmen, gün geldi tarım memuru, gün geldi sağlık memuru, gün geldi psikolog.
Öğretmen okullarında bizi bu denli donanımlı yetiştiren öğretmenlerime teşekkürü borç bilirim.
Daha sonra Eskişehir Anadolu Üniversitesi. Öğretmenliğin, sevgi saygı ve bilgiyle yürütüleceğinin bilincinde, öğrencilerimi çağın bilgi birikimine sahip, bilgisini yaşamının her evresinde kullanabilen, Cumhuriyet, demokrasi gibi kavramları özümsemiş, gelişen dünyaya uyum sağlayacak nitelikte yetiştirmek adına, eşimin de görevi nedeniyle ülkemin her yerinde çalıştım.
Eşimle Öğretmen Okulu’nda okurken tanıştım. Eşimin okul arkadaşı olan Mete Seyithanoğlu bizi tanıştırdı. Bana en büyük iyiliği yaparak. Önce evlilik fikrine karşı çıktım. Gelecekle ilgili planlarım vardı ve bu planların içinde evlilik yoktu. Yine Mete Abinin ısrarı ve organizasyonu ile onun evinde buluştuk. Tabi bu organizasyonda eşi Duygu ablanın da emekleri yadsınamaz.
Bu konuşmamızda, öylesine içten, öylesine dürüst ve sevgi doluydu ki… Adeta yüreğini karşılıksız, duyduğu sevgiyle avuçlarımın içine bırakmıştı. Babamın “Kızım biraz araştıralım, kimin nesidir?” sözüne, “Hayır, o bana her şeyini öyle dürüstçe anlattıki, böyle bir araştırma onu ancak incitir” diye şiddetle karşı koydum.
Sonuçta pilot üsteğmen olan onurlu bir subaydı. 1970 yılını 8 Ağustosunda, rüya gibi bir düğünle evlendik. Süreç içinde eşim her şeyim oldu .Anne, baba, kardeş, sevgili, eş, arkadaş vazgeçilmezim oldu.
Bir yıl sonra ilk kızım Pınar, dört yıl sonrada ikinci kızım Selva doğdu. Çocuklarımı da kendi kararlarını kendisi alabilen, aldığı kararların sorumluluğuna katlanan bireyler olarak yetişmeleri için çalıştım. Belki de iki ayakları üstüne dursunlar özgür bireyler olabilsinler diye abartmış bile olabilirim. Evlenmeden önce eşimle birlikte yaşayan, kayınvalidemle, ölünceye kadar uyum içinde birlikte yaşadık.
Öylesine bütünleşmiştik ki “iyi ki oğlum gibi gelinim yokmuş” diyerek bazen benim sevgimi oğlunun sevgisinin önüne koyardı. Nurlarda uyusun. Büyüklerimin her zaman hayır duasını aldım. Pınar, her zaman uslu, sorun yaratmayan bir çocuk oldu yaşamı boyunca. Küçük kızıma hamile kaldığım 15 gün sonra eşim Fantom- F16 uçaklarının eğitimi ve öğretmenliği için Amerika’ya gitti. Hamileliğim sırasında hiç görüşemediğimiz gibi Kıbrıs Barış Harekatı’nın başlaması nedeniyle yurda döndü ve yine görüşemeden kıtasına iltihak etti. Memleket savaş halinde, lojmanlar karartma halinde, hepimiz eşlerimiz adına kaygılı bir dönemde ben iki süngülü askerin arasında doğum yapmak üzere hastaneye yola çıktım. Ve ikinci hareket olan 13 Ağustos sabahı ben ikinci kızımı kucağıma aldım. Böylesi bir stresle dünyaya gelen kızımın hayatı hep stresle devam etti. Daha dört aylıkken babası yeni bir görevle Almanya’ya gitti. Babası gider gitmez bağırsak enfeksiyonu ve yanlış tedavi sonucu komaya girdi. Daha sonra gittiğimiz Gülhane Tıp Akademisinde bir buçuk yaşına kadar birlikte kaldık. Ve bir gün siz mucize deyin, belki de birine ya da birilerine bilmeden yaptığımız iyiliklerin karşılığı olarak birden bire gözlerini açtı ve hayata ikinci kez merhaba dedi. Ama yürümüyor, konuşmuyor hatta oturamıyordu. İkimiz içinde zorlu bir süreç başlamıştı.
Yeniden yürümesi, konuşması için çok uğraş verdik. Allah emeklerimizi boşa çıkarmadı, şimdi veteriner hekim olan ve bana iki tane torun veren bir anne. Pınar, kardeşinin rahatsızlığı süresince, hiç sorun olmayan, bana yardımcı olan, zaman zaman da kardeşinin bakımını üstlenen bir abla oldu. O da grafik tasarımcısı, başarılı bir iş kadını, bana iki torun veren bir anne.
Yaklaşık dokuz yıl sonra, her şey normale dönünce, çocuklarımın da hazır olduğunu hissedince bir süre ara verdiğim mesleğime geri dönmek istedim. Geri dönmek için, eşimin bir tek şartı vardı. “Hiçbir alışkanlığımdan ödün vermem ve asla benim şemsiyemin altına girmeyeceksin”. Yani onun olanaklarından yararlanmaktı şemsiye. Ben de “Hiçbir alışkanlığından ödün vermeyeceğim ve asla şemsiyenin altına girmeyeceğim.” dedim ve 1978 yılında terörün en yoğun olduğu bir zamanda göreve Malatya’da başladım. Mesleğime olan sevgim ve tutkum hiç bir engel tanımıyordu. Orada da zor koşullarda ama bir o kadar da keyifli görev yaptım. Güvenlik nedeniyle şehir merkezinde görev yapmam gerekirken, depo öğretmen olarak bana görev verilen her yere gittim.
Daha sonra Malatya Halk Eğitim Merkezi’nde yönetici olarak göreve başladım. Bu benim için ikinci bir dönüm noktasıydı. Halk Eğitimi, diğer adıyla “Hayat boyu öğrenme” merkezlerinde emekli olduğum 2013 yılına kadar çalıştım. İş yaşamım süresince, yönetim, eğitim ve öğretim teknikleri, liderlik, pozitif düşünce üretimi, zaman yönetimi vb. gibi sayısız eğitimler alarak, öğretmenliğin önce öğrenme, daha sonra öğretme sanatı olduğunu unutmadan kendimi zamanın ihtiyaçlarına göre sürekli yeniledim.
Yarışım hep kendimleydi. Yöneticilik yaşamım boyunca, insan emeğini kutsal bilerek, karşılıksız hizmet anlayışı ile, amatör bir ruh, ama profesyonelce yürütüp hep ilklere imza attım.
Uzun yıllar görev yaptığım, Kadıköy Halk Eğitim Merkezinde (23 yıl),ilk cam atölyesi, ilk seramik atölyesi, 32 makinalı konfeksiyon atölyesi, çocuk oyun bölümünün olduğu, görme engellilere yönelik, tiyatro sanatçılarının okuduğu ses sisteminin olduğu, kulaklıkla dinleyebildikleri bir bölümün olduğu, alarm sistemi olan bir kütüphane vb. gibi birçok ilke imza attık. Bir sloganımız vardı. “Biz yaparız, birileri bizi takip eder”. Hep ilkleri yapmamızı sağlayan tüm arkadaşlarıma bu anlamda çok teşekkür ederim.
Ülkenin aydınlık geleceği olan kadınlarımız ve gençlerimizle ilgili iş bulmaya yönelik, birçok projeler hazırladım yürütülmesinde aktif rol oynadım. “Hayatı anlamlı kılan, insanlığa yapılan hizmetlerdir” diyerek yaşamının her devresinde, sivil toplum örgütlerinin içinde oldum. Uzun süre başkanlığını yürüttüğüm Emekli Subay Eşleri ve yakınları Dernek Başkanlığı,118.Y Yönetimi Çevresi Moda Lions Kulübü üyeliği, Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti Derneği Kurucu Üyeliği, Ege Kuzey Kafkasyalılar Dernek Başkanlığı vb. gibi birçok dernekte çalıştım, projeler hazırladım.
“Güçlü kadınlar, güçlü çocuklar yetiştirir!“diyerek kadınlara sürekli eğitimler verdim. Menemen Şakran Kadın Tutuk evinde bir yıl boyunca Adalet Bakanlığı’nın izniyle seminerler verdim. Menemen Halk Eğitim Merkezi’nde ve Güzel Bahçe Halk Eğitim Merkezinde eşimin anısına istihdama yönelik “Aşçı ve Aşçı Yardımcılığı “atölyeleri kurarak meslek edinmelerine yardımcı oldum.
Takvim yaprakları ve yaşımla ilgili hiç sorunum olmadı. Her anımı dolu dolu yaşadım. Yaptığım hiç bir şeyden pişmanlık duymadım. Hiçbir şeyden vazgeçmedim, ertelemedim, üşenmedim.
Hiçbir şey için geç kalmadınız. Yeter ki içinizdeki cevheri keşfedin.Her yaşta her şeyi yapabilir, hatta yeniden yeniden aşık olabilirsiniz. Her yaşın bir anlamı bir öğretisi vardır. Unutmayın. Hayatımın her evresinde, insanlara dokunan, farkındalık yaratan iz bırakmaya çalışan biri oldum.
İki şeyin emeklisi yok ne yazık ki… Anne -baba olmanın ve öğretmen olmanın…
Düşünmeyen beyinlere, Ata’mızın özünü, sözünü anlayamaz hale gelenlere anlatacak sözü her zaman olan, Cumhuriyet, Demokrasi, Adalet kavramlarından asla vazgeçmeyen, ölünceye kadar bu ülke için gereğini yapan tüm öğretmen arkadaşlarımı gönülden kutluyorum.
Şu anda beni cennetten izlediğine yürekten inandığım, yaşamım süresince hep yanımda olan, beni motive eden, yüreklendiren, hayallerimin peşinde özgürce koşmamı sağlayan eşime, yaşam yolculuğumda bana sabır gösteren kızların Pınar ve Selva’ya can torunlarıma destekleri için çok teşekkür ediyorum.
Sadece yollarda değil, yüreklerde iz bırakan herkese SELAM olsun.
En sevdiği şair: Ümit Yaşar Oğuzcan
En sevdiği yazar: Yaşar Kemal
En sevdiği film: Kadın Asla Unutmaz
Her oyuncu, hayatın kendisine sunduğu kartları kabul etmelidir: ancak bir kez eline geçtikten sonra, oyunu kazanmak için kartları nasıl oynayacağına kendisi karar vermelidir. Payımıza düşen kartlar kaderimizse, kazanmak için onlarla yapacağımız hamleler bizim irademizdir.
Voltaire