Ayşe Şule Tunca
Canan Aydemir
Ali Çınar 1950’nin Şubat ayında İstanbul Beyoğlu’nda doğdu. İlkokul ve ortaokulu burada okudu. Yaz aylarında ticaret merkezlerinde çalışırdı, ticaretle uğraşmayı hep sevdi. Teknik liseden mezun oldu. Çocukluğundan beri hep dünyayı gezmek istedi. Yabancı dilini geliştirdi aynı zamanda gemi parçalama işlerinde çalıştı. 20 yaşında askere gitti. Döndüğünde büyük hayalini gerçekleştirmek için gemilerde görev almaya başladı ve kendisine yurt dışı kapılarını açtı. İşi sayesinde birçok ülke gezdi. Sonra ülkesine dönmeye karar verdi. Eşiyle tanıştı, evlendiler ve bir oğulları oldu. Gemi parçalama işi şehir değiştirince ailesinden uzakta kalmak istemedi ve eşiyle deri işi kurdular. Uzun yıllar deri sektöründe hem imalat hem de mağazacılık yaparak başarılı bir ticaret hayatları oldu. Şimdi emekliliklerinin keyfini çıkarıyorlar.
Orta halli bir ailenin beşinci çocuğu olarak doğan Ali Çınar, çocukluğunu özlem ve mutlulukla anmaktadır. Anne ve babasının sevgi ve şefkatiyle büyüyen Ali Çınar çocuk iken hareketli, eğlenceli ve durmak bilmez enerjiye sahip olduğunu ifade etmektedir. Yüzme, futbol gibi çeşitli sporlarla uğraşmış, boksta ise lisanslı sporculuk yapmıştır.
Galata köprüsünden balıklama atlamak erkek olduğunu kanıtlayan bir ritüeldi
1955 Haliç’in dibi gözüküyor, nasıl berrak. Yüzmeye gidiyoruz tabi yeni öğreniyorum. Oranın da bir sistemi var. Büyükler nasıl yüzeceğimizi bir iki gösteriyor üçüncüde bizi denize atıyorlardı, öğrenmek zorunda kalıyorduk. Biraz daha büyüdükçe, köprünün üzerinden atlamak erkek olduğunu kanıtlamak için bir ritüeldi. Çivileme atlama kolay ama balıklama atlamak çok zordu. Atlayamazsan belli bir sınıfa giremiyordun. Öyle öyle Haliç, Arnavutköy, Bebek, Tarabya sahillerinde yüzdük. Köprünün karşısında ki hale yüzer karpuz alırdık, aramızda bir gelenekti. Okuldan kaçtığımızda Tarabya Rus konsolosluğunun bulunduğu denize girerdik o zamanlar pek keşfedilmemişti. Oradaki akıntı bizi Emirgan’a götürürdü öyle kuvvetli dalgalardı.
Mısır Kazanı Festivali
Pazar günleri aileler muhakkak Karaköy’den vapura biner Küçüksu’ya giderlerdi. Şimdi ki ada vapurlarının kalabalığı ve coşkusu olurdu o vapur seyahatlerinde… Piknik yapar, denize girer, mangal yakar, dev kazanlardaki haşlanmış mısırlardan yerlerdi. O zaman para bereketliydi, her aile küçük eğlenceler yapabilirdi. Bizde ailecek sofralar kurar, eğlenir, denizin keyfini çıkarırdık.
Benim Dünyam
Bahçemizde bir sürü meyve ağacı, bir su kuyusu ve köpeğimiz vardı. Evimiz üç katlı ahşap bir evdi. Eski evlerin üstünde çatı katı olurdu, memleketten gelen erzakları orada tutarlardı. Okuldan döndüğümde bazen evde kimse olmazdı. Evin anahtarını iki kere kaybettiğim için annemler anahtar vermiyorlar, komşumuza güveniyorlardı. Bense ağaca tırmanır çatı katından eve girerdim. Gerçi annemin aklı çıkardı ağaçtan düşeceğim diye. Çatı katını bir güzel temizledim. Oyuncaklarımı, pilli teyplerimi yerleştirdim. Yalnız kalmak istediğimde oraya giderdim, evin en sevdiğim yeriydi. Çatı katında müzik çalardım, aşağıdakiler konser başladı yine derledi. Hey gidi günler hey!
Küt Küt Küt!
Lisanslı boks sporcusu olarak müsabakalara çıkıyorum on altı belki on yedi yaşındayım. Boks maçında aldığım darbe sonrası burnum döndü. O zamanlarda tıp bu kadar gelişmemiş. Burnumu takoz ve çekiçle tedavi ettiler. Her takoza vuruşunda sanki beynime çivi çakıyorlardı. Acılı bir deneyim oldu benim için hiç unutamadığım hatıralarımdandır.
Ali Çınar’ın babası kaptandı. Sefere gittiğinde en az bir ay olmuyordu, her eve gelişinde yurt dışından ailesine elbiseler, çeşitli hediyeler getirirdi. Annesi altı çocuğuyla özenle ilgilenmekteydi. Ali Çınar’ın annesi evlenen akrabalarını bir süre evinde misafir etmiş, kendi düzenlerini kurabilmeleri için desteklemiştir. Ali Çınar anne ve babasının çok düzgün, vefalı insanlar olduklarından kıvançla bahsetmektedir.
Eşek Rodeosuna Dönüşen Maceram
Yeşil ile mavinin buluştuğu Karadeniz. Altı yaşımda ilk kez memleketimizi ziyarete gittik. Hayvanlara çok meraklıydım. Heves ettim eşeğe binmeğe, bu fırsat bir daha gelmez. Meğer eşek huysuzmuş. Hızlandı hızlandı beni tepesinden attı. Ayağım bir yere takıldı, eşeğin peşinden sürüklendim. O sıra kolum çıkmış. 1956 senesi hastane nerede… Tabi gece vasıta yok. Babam oranın kırıkçısını bulabilmek için gece boyu ormanda yedi saat yürümüş, sabah da vasıtasıyla köye gelmişler. Kırıkçı kolumu yerine taktı. Canım babam çok iyi insandı…
Doyumlu Olmayı Öğrendim
Bir gün yolda yürürken para buldum. Bugünün elli lirası, nasıl heyecanlandım. Babam öğrenince “nerden buldun o parayı, oraya bırak gel” dedi. Mutluluğum kısa sürdü. Aradan zaman geçti, babam “o parayı niye yerine bıraktırdım biliyor musun? Kaybeden oradan bulsun diye, belki de başkası alır mühim değil. Sen alma, alırsan kolay yoldan para kazanmaya alışırsın, hayatına işler, nasıl çabuk para kazanırım diye düşünürsün” dedi. Unutamadığım olaylardan birisidir. Hayatta emeksiz karşılık alınamayacağını çok iyi kavramıştım. Ailemden, doyumlu olmayı öğrendim.
Top Peşinde Koşarken Zamanı Unuturdum
Karaköy’den Yalova’ya giden vapurlar kalkardı. Annem evin alışverişini orada ki büyük çiftliklerden yapardı. Hem taze hem de daha uygundu. Anneciğim çok tutumluydu. Benim görevim ise annemi dönüşte karşılayarak getirdiği erzakları birlikte eve taşımaktı. Bende çocuğum seviyorum oyun oynamayı. Top peşinde koşarken annemi karşılamayı unuttuğum zamanlar olurdu. Baya azar işittim bazen de kötek yemişimdir.
“Yes” Bize Tuzluya Patladı
İngilizcemi geliştirmek içim her gün on kelime ezberliyordum. Öğrencilik zamanımızda yurt dışındaki akranlarımızla mektuplaşıyorduk. İstanbul’a ziyarete geldiler, yüz yüze tanıştık, Sultanahmet’te bir otele yerleştiler. Planımız ertesi gün Kilyos tarafına gezmeye gitmek. Arkadaşım “yes no” dışında İngilizce bilmiyor. Sabahın yedisinde İngilizce kitap almış buluşma saatimiz on ikiye kadar okumuş hiçbir şey anlamamış. Planladığımız gibi Kilyos’a gittik, gezip, eğleniyoruz. Turist arkadaşlarımız bizim misafirperver olduğumuzu biliyorlar “Bir şey alabilir miyiz?” diye soruyorlar benim arkadaşta anlamıyor her şeye “yes” diyor. Bir, iki, üç böyle devam edince arkadaşa “yes”i yasakladım. Anlayacağınız “yes” bize tuzluya patladı.
Ali Çınar’ın çocukluğunda filizlenmeye başlayan Dünya’yı gezme isteği ve ticaretle uğraşma tutkusu hayatında önemli kararlar almasında etkili olmuştur. Teknik lise mezunu olarak gemi parçalama işlerinde çalışmıştır. Lisanslı sporcu olması, askerliği sporcu olarak yapmasını sağlamıştır. İki yıl süren askerlik görevini başarıyla tamamlamıştır. Çeşitli müsabakalara katılmış ve silahlı kuvvetlerden derece almıştır. Ali Çınar yirmi iki yaşında askerliğini tamamladıktan sonra uçakla İngiltere’ye gitmiş ve bir süre turist olarak gezmiştir. Hayallerini gerçekleştirebilmek için İngiltere’de ki gemi kumpanyalarını araştırmış ve başvuruda bulunmuştur. İngiltere kumpanyasında işe başlamış, yirmi beş gün hiç kara görmeden Afrika yolculuğuna çıkmışlardır. Bu gemide kendisini sevdirmiş ve sonraki Amerika ve Asya kumpanyalarına da katılmıştır.
Güney Afrika’da Camideki Tek Beyazdım
Çalıştığım kumpanya Güney Afrika limanında bir hafta demir attı, bende etrafı keşfetmeye çıktım. Mürettebattakiler yabancıydı, tek Türk’tüm. Arkadaşlarım şehirde bir kilise ziyaretine gideceklerini söyleyerek beni de davet ettiler. Başta bana ters geldi, sonra onlarla gitmeye karar verdim. Ertesi gün içim huzursuz. Kendi kendime bir Müslüman olarak neden camiye gitmeyeyim? dedim. Limandan uzakta Durban şehrinde bir cami olduğunu öğrendim, yola çıktım. Ramazan ayı idi teravih namazını kılmak için girdim camiye. Herkes Pakistanlı ve Hindistanlı olduğundan esmer tenli, açık tenli olarak beni görünce bana bakıp, yol verdiler. İlerleye ilerleye imamın arkasına kadar gittim. İçimden “eyvah ne yaptım ben” dedim. Namaz bitince soru sormaya toplandılar. Nerelisin, hangi ülkedensin? İçlerinden biri evine davet etti. Ayakkabı fabrikası varmış, nasıl zengin. Ama bir yasak var beyazların girdiği yere giremiyorlar. Ertesi gün beni üniversiteye davet ettiler, kürsü kurdular. Önümde bir sürü öğrenci. Mahcup olmaktan da korkuyorum. Biraz Türkiye’den bahsettim, güzel bir Müslüman ülke olduğumuzdan… O gün İngilizce Kur’an hediye ettiler. Gemiyle İngiltere’ye döndüğümde Müslümanlığı merak eden bir İngiliz’e Kur’anı hediye ettim. Kumpanya İstanbul’a dönünce tanıştığım bu insanların İlahiyat Fakültesiyle iletişime geçmelerini sağladım.
Ali Çınar birçok ülkeyi gezip görme fırsatı bulduktan sonra kendi ülkesine dönerek hayatını vatan topraklarında kurmak istemiştir. Ali Çınar yirmi sekiz yaşında iken arkadaşının vasıtasıyla Fatoş Hanım ile tanışmış, çok etkilenmiştir. İki yıl süren flört dönemi evlilikle taçlanmıştır.
Fatoş’la Tanışabilmek İçin Ne Cambazlık Yaptım
Fatoş’la ilk karşılaşmamız onun iş yerinde olmuştu. Arkadaşım bizi tanıştırmıştı. Fatoş lider bir deri firmasının konfeksiyon müdürü ve çok iyi bir modelistti. Çok havalıydı… Onunla görüşebilmek için iki, üç sekreterin onayından geçiliyordu. Arkadaşım ile ben bir şey bahane edip, ricada bulunduk. Onu görür görmez içimde bir sıcaklık oldu, bugüne kadar hissetmediğim bir şey… Onunla tanışabilmek için baya bir cambazlık yapmıştım.
Altı Ay Yetecek Pazar Alışverişi Yapmışım
Yeni evliyiz. Hayatımda hiç pazar alışverişine gitmemişim. Eşim pazardan sebze, meyve almamı rica etti. Bende tabi yaparım dedim çıktım pazara. Başladım gördüklerimi almaya. Patates, soğan, havuç, domates… Ellerim doldu. O zaman küfeciler vardı. Aldıklarımla doldurdum küfeyi, evin yolunu tuttum. Eşim kapıyı açıp aldıklarımı görünce “bu ne?” diyerek şaşkınlıkla karşıladı. Ne işte pazardan alınacakları aldım dedim. “Sen ne yaptın altı aylık yiyeceğimizi almışsın. Her şeyden üçer beşer kilo” dedi. Sen bunların miktarlarını yazsaydın, ne bileyim, ne gördüysem aldım dedim. Eşim “ziyan olmasın bir kısmını komşulara dağıtalım” dedi öyle hallettik. Bu olaydan sonra eşim alınacakları ve miktarlarını hep yazarak verir. Hala espri olarak söyler, çok güleriz.
Bir Küçük Çorba Meselesi
Eşim hastalandı, yatıp dinleniyordu. Benden rica etti. “Çok rahatsızım, bana bir çorba yapar mısın?” dedi. Bende tabi derhal dedim. Ama çorba yapmak bir yana iki yumurta kırmasını bilmem. Mutfaktan bir tencere aldım, lokantacıda doldurdum eve geldim. Çorbayı kaseye koydum, eşim tadına bakar bakmaz “bu çorbayı nereden aldın sen” dedi. Almadım ben yaptım desem de inanmadı “lokanta çorbası bu” dedi. İtiraf etmek durumunda kaldım. Kadınlar ne kadar bilgili… Baktım böyle olmuyor bir şeyler öğrenmek lazım. Şimdi çok iyi bir yamak oldum maşallah, eşim soğan doğra diyor tık tık tık hemen yapıyorum.
Tarif Edilemez Mutluluğum
Oğlum doğduğunda otuz beş yaşındaydım. Öyle mutlu olmuştum ki kucağımdan indiremiyorum. Oğlumu havaya kaldırıyor, gözlerinin içine bakıyordum. Ona sesleniyordum. O mutluluğumu ve heyecanımı tarif edemem size.
Ali Çınar’ın çalıştığı gemi parçalama işi şehir dışına taşındığı için işini bırakmış ve eşiyle deri işine atılmışlardır. İlk deri mağazalarını Bakırköy Kayhan Pasajında açtılar. Ali Çınar’ın eşi Fatoş Hanım yaratıcı bir insan olduğu için sadece mağazacılık yapmak istememiş ve imalata da başlamışlar. Zamanla işlerini ilerleterek Laleli ve Karaköy’de de mağaza açtılar. Edirne’den Tekirdağ’a kadar müşterileri olmaya başladı. İşlerini daha çok geliştirerek yurt dışına ihracat yaptılar.
Aile Yadigarı Değerlerim
Eşim deri sektöründe çok başarılıydı. Çalıştığım iş yeri Aliağa’ya taşınıyordu. Aileden uzakta çalışmanın zorluğunu babamdan bildiğim için işten ayrıldım. Eşimle birlikte iş kurduk. İkimiz de çok çalıştık, güzel işler yaptık. Ticaret hep sevdiğim, yapmaktan hoşlandığım bir iş oldu çocukluğumdan beri. Eskiden çocuklar yaz aylarında çalışırdı. Beyoğlu’nda gazete sattım, Perşembe pazarı ticaretin merkeziydi orada çalıştım. Keyifli zamanlardı. Annem, babam ve dedemin hayatıma kattığı değer çok kıymetli. Onlardan adaletli, dürüst ve inançlı olmayı öğrendim. İşveren olduğumda hiçbir işçiyi sigortasız çalıştırmadım. Şimdi karşılaştığımızda yüz yüze bakmamızı engelleyecek hiçbir şey yaşamadık çok şükür.
Yazları eşim ve oğlumla, Kuşadası’ndan başlar konaklayarak Alanya’ya giderdik arabayla. Hem bu güzergahta müşterilerimin siparişlerini alırdım hem de kendim tatmin olurdum bu yolculuktan. Çocukluğumda babamla çıktığımız gemi seyahatlerinin tadını alırdım bu yolculuklardan. Gezmeyi hep sevdim…
Yıllar yılları kovaladı. İşleri büyüttük, yorucu olmaya başladı. Oğlumuz da bizim mesleği seçmeyince erken emekli olmaya karar verdik. Torunun tadını çıkartıyoruz. Bizim hayat kaynağımız. Ondan ne çok şey öğreniyorum. Her günüm onunla geçiyor.
İşim sebebiyle yurtiçinde ve yurtdışında birçok ülke ve şehir gezdim, birçok insanla tanıştım, iş yaptım. Çok keyif aldım. Hayatta doyum sağlayabilmek beni hem geliştiren hem de şükran duymamı sağlayan yegane becerim oldu.
En sevdiği kitap: İnce Mehmed
En sevdiği yazar: Yaşar Kemal
En sevdiği film: Acı Hayat
En sevdiği oyuncular: Türkan Şoray, Ayhan Işık
En sevdiği müzik türü: Türk Sanat Müziği
En sevdiği şair: Attila İlhan
Hayat uzun görünmesine rağmen çok kısadır.