Ali Çınar - Hayallere Kapı Açan Gerçekler
Zafer Kalaycıoğlu
Canan Aydemir 11 Kasım 1943 yılında Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde doğdu. İlkokul beşinci sınıftayken okuldan ayrılmak durumunda kaldı. Annesi Pazarcık’ta genç kızlar için çeyizlik dantel ve kanaviçe yaparmış. Babası karayollarında çalışmış. Canan Aydemir ailenin en büyük çocuğuydu ve altı kardeşlerdi. Annesi akciğer veremiydi o nedenle Canan Aydemir erken yaşta büyüdü, kardeşlerinin ve evin bakımında önemli rol aldı. Köy okulunda ilkokula başladı. Canan Aydemir öğrenmeyi çok seviyordu ve okulda başarılı bir öğrenciydi. Canan Aydemir, çocukluğundan beri kedileri hep sevmiş ve zaman zaman evinde beslemiştir.
Komşumuzun evine gitmiştik, beş belki altı yaşındayım. Kümeslerinde bir tane yumurta gördüm, canım istedi. Aldım koşarak anneme götürdüm yumurtayı. Annem “o fol kızım, aldığın yere götür” dedi. Meğer yumurta bozukmuş. Götürdüm kümese koydum. Onca şey arasından gönlüm yumurta çekmiş, hala şaşarım.
Eskiden, insanlar İstanbul’a gidecekleri zaman ölülerden helallik alırlardı, haber edilirdi. Sık sık ziyaret edilirdi kabristan. Altı, yedi yaşlarımdayım. Annem kabristana gidelim dedi Dış devlete gideceğiz sandım. Ya Orta Asya’ya gideceğiz ya da Japonya’ya… Çocuğuz kabristanı ne bilek? Gele gele geldik mezarlığa. Anne burası mı kabristan dedim “he kızım” dedi. Ben belledim ki dış devlete gideceğiz anne dedim. Komik bir hatıramız annemle…
Okul zamanım geldi. İlkokula kayıt etmeye götürdü babam. Kayıt oldum. İki öğretmen var. Bir tanesi dedi ki “çocuk seçsin öğretmenini” bende onu seçtim. İçim ona ısındı. Aldı beni sınıfa götürdü. Daha yeni girdik sınıfa. Diğer öğretmen bir öğrenci göndermiş beni kendi sınıfına aldırmak için meğer. Ne hoca, ne de ben bir şey diyemedik. Diğer sınıfa istemeye istemeye gittim. Hala hatırlamam beni kimin yanına oturttu…
Daha yeni gelmişim üç günlük talebeyim. Hemen benden yazı yazmamı bekliyordu. Ağlıyordum. Teyzemin kızlarını buluyordum. Bana gösterin, nasıl yapacağım diye. Bir senem zehir geçti.
Birinci sınıfta okul birincisi oldum. Öğretmen sınıfın kapılarını açtı, herkesi de çağırdı. Altıma bir sandalye koydu, karatahtanın önündeyim. O söylüyor ben yazıyorum. Tıkır tıkır bilgisayar gibi. Öğretmenleri çağırıp gösteriyor beni. O gün kendiyle ne övündü ne övündü…
Ben üçüncü sınıfa giderken annemin her işini görürdüm. Annem hastaydı akciğer veremiydi. Yatakta yatardı ya da oturduğu yerde dantel, kanaviçe yapar, pek iş yapmazdı. Kardeşlerime bakardım. Evin işini, aşını ederdim.
Tüm kardeşlerimin adını ben koydum. Sevdiğim arkadaşlarımın adını verirdim. Asuman doğalı on beş gün olmuştu. Bir gece kalktım ki annem uyanık, ne olduğunu sorduğumda Asuman’ın hastalandığını söyledi bana. O öksürdükçe ben ağlıyorum başında. Annemler sesimi kesemediler… Sabah olduğunda Asuman öldü, bende öldüm. Kadim amca beni aldı kızının yanına götürdü. Kardeşimi defnetmek için yıkamışlar. Bana göstermediler sabaha kadar ağlamaktan bitap düştüğümden. O gün de komşumuzun oğlunun düğünü vardı. Mürşit amca çalgı çaldırmıyordu. Babama, Mürşit amcaya gidelim düğününü yapsın dedim. Ama öyle bir adımdı ki yirmi dört saat düğün yaptı, çalgı çaldırmadı. Böyle komşu kalmış mı?
Üçüncü sınıfı pekiyi geçtim. Anneme karnemi götüremedim, heyecanlandırırım diye. Anne sınıfı geçmişim dedim. “tamam kızım” dedi. İçeri girdim. Çocuklar ağlıyor. Biri eşikte, biri beşikte. Zordu… O yaz annemin hastalığına yakalandım, üç ay yatakta yattım Pazarcık’ta. Babam yüzlü yumurta kolisi getiriyor anama, bana pişirip yedirsin diye. Güçlenip, iyileşeyim istiyorlar. Anamla babam dövüşü unuttular ama ben ayıkamıyorum ki. Dünya’dan haberim yok… Babam benim için çamlık yerlere göçtü, oralarda eyledim.
Pazarcık’a çocuk bahçesi açılmıştı. Anneme çocuk bahçesine gideceğim dedim. Normal zaman annem beni hiç gönderir mi! Annem “git kızım” dedi. Bir kere gittim, ikinciye istemedim bile. En çok salıncağa meraklıydım. Tahterevalliye hiç yanaşmazdım, korkardım düşerim diye. Arkadaşlara sallayın beni diyordum, sallıyorlardı. Ne büyük mutluluk! Sanki ilk kez çocuk olmuşum…
Annemin babasının çiftliğine giderdik. Hem annemin hem de babamın tarafı bana çok düşkündü, beni pek severlerdi. Beni görünce “oo Canan geldi salıncakları kurun” derlerdi. Kalabalıktık. Dedem su istedi. Benle birkaç kişi bahçedeki suya yöneldik. Oluklar yan yanaydı, diğeri boş diye ondan doldurdum, dedeme getirdim. Canım dedem “Canan’ımın suyundan içeceğim” dedi. Suyu içti “acı su getirmiş çocuk” dedi. Acı su getirdiğime ne üzüldüm. Meğer birinden tatlı diğerinden acı su geliyormuş. Tatlı suyu içiyorlarmış, acı suyla da bostanı suluyorlarmış. Yıllar sonra bir komşum orada ki acı suyun uyuduğunu söyledi, babası görmüş. Acı suyun uyuduğunu öğrenince ne sevindim.
En sevdiğim arkadaşım Nefaret’in evine oynamaya gittik. Kocaman evleri vardı, çok zenginlerdi. Bir odaya geçtik, Nefaret oyuncaklarını çıkardı, oynuyoruz. Ev soğuk, benim iliklerim dondu. Bizim ev hep sıcak olurdu. Annesi sofra hazırlamış masaya, patlıcan kızartmış. Masaya oturdum hiçbir şey yiyemiyorum. Patlıcana çatal vurmadım. Yoğurda ekmek banıp yedim. Biz babamdan domates, biber isterdik. Patlıcan getirme derdik, sevmez idik. Ölürdük menemene. O evden zevk alamadım ama Nefaret’i çok severim hala aklımdan çıkmaz arkadaşım…
Herhalde dördüncü sınıfa gidiyordum. Cafer amcanın kapısının önünde para buldum, aldım koydum cebime. Aradan az biraz zaman geçti Cafer amcaya hiç para düşürdün mü? diye sordum. Evet deyince kaç liraydı dedim. Cafer amca “yedi buçuk lira” dedi. İki buçuk lirası içinde miydi dışında mıydı diye sorunca “içindeydi” dedi. Tamam senin paranı getireyim dedim. Parayı teslim ettim. Cafer amca “sen nasıl dürüst bir çocuk yetiştirmişsin” demeğe babama gitmiş. Babamın olaydan bile haberi yok, demedim ona. Paranın gerçek sahibini bulmak istedim. Cafer amca bize bol tereyağlı kaburga pişirip getirdi. Yaza kadar kardeşlerimle o kaburgayı yedik.
On bir yaşındayken annemle babam ayrıldı. Üzüntüden başıma kaşıntı düştü, hala da kaşınır. Beşinci sınıfa başlayalı bir ay olmuştu. Onlar ayrılınca annem gitti. Babam kardeşlerime bakmam için beni okuldan aldı. Beşikte kardeşim vardı, bebekti daha…
Canan Aydemir, hem annesinin hem de babasının tüm çocuklarına düşkün olduğundan bahsetmektedir. Aynı zamanda anne babasının arasındaki anlaşmazlığın onu derinden üzdüğünü belirtmektedir. Canan Aydemir’in anne ve babası ayrıldıktan bir yıl sonra tekrar evlendiler. Canan Aydemir’in iki tane kız kardeşi daha oldu, Nurşen ve Gülşen. Canan Aydemir nakış kursuna başlamış ve birincilikle bitirmiştir. Öğretmenlik yapabileceğine dair diplomasını almıştır. Canan Aydemir beyaz iş, delik işi gibi çeyizlik ürünler, yatak takımları, örtüler yaparak satmıştır. Canan Aydemir’in babası Pazarcık’a iki katlı ahşap bir ev yapmış ve ailecek bu evde yaşamaya başlamışlardır.
Okuldan ayrılalı bir yıl olmuştu. O sıra telafi sınavları var idi. Babam, istersem tekrar okula başlayabileceğimi söyledi. Çok sevdiğim bir tarih öğretmeni vardı, o zaman ortaokuldakilere ders verirdi. Kızı Saliha, arkadaşımdı. Saliha’yı da beşinci sınıfta bırakmış öğretmenim “kızını geçirtti demesinler” diye. Öğretmenim, Saliha ile beşinci sınıfı okursunuz diye ısrar etti. Başta kabul ettim ama arkadaşlarımdan bir yıl geride olacağım deyip, gururumdan gitmedim okula. Babama dikiş kursuna gitmek istediğimi okula gitmeyeceğimi söyledim babam da razı geldi. Hala içim yanar, okula devam etmemekle çok yanlış yapmışım.
Yakın arkadaşım Mukaddes’le beraber dikiş-nakış kursuna başladık, on üç yaşındaydım. İlk bebe takımından başlattı hoca bizi. Babam mavi keten bir kumaş almış, çok güzel. Hoca sağ olsun kumaşı biçti, makinede dikmem için bana verdi. Çocukken çok çekingendim. Ahali çok, dikiş makinasının başına geçemiyorum. Elimde diktim hocanın önüne koydum. Robalı bir şeydi… Hoca “güzel olmuşta, elinde mi diktin? Makine vardı” dedi. Hocam makinenin başı çok kalabalıktı, elimde diktim dedim. Kursa devam ettikçe benim işler rekor kırıyordu. Sergilerde hep benim işlerim soruluyordu.
Annem ve kardeşlerimle her hafta sinemaya giderdik. Bizim en büyük eğlencemizdi. Muhterem Nur’u çok severdim. Hareketleri, duruşu çok tatlıydı. Ne günlerdi…
Ermeniler kilise açmak istemişler, dilekçeler yazmışlar ama istedikleri sonucu alamamışlar. Dedem de Pazarcık’ta hem dava vekili hem de hazine vekili. Bu kişilere “dedemden bahsedilmiş “Pazarcık’ta bir Zeki Efendi var onun yazdığı dilekçe yere düşmüyor.” gidin onu görün denilmiş. Üç arkadaş geliyorlar Pazarcık’a dedemin yazıhanesine. Dedeme “kiliselerimizin açılması için bize dilekçe yazar mısın?” diyerek istekte bulunmuşlar. Dedem yardımcı olacağını söyleyip buyur etmiş. Çok görgülü adamdı dedem. Başlamış dilekçeye…
Kilise milise her ne ise
Tevrat, Zebur, Kur’an, İncil hak ise
Kilisede bir ibadethane ise
Bunlar da ister bir kilise
İçlerinden biri “kardeş sen bize şiir yazmışsın, bu nasıl dilekçe” dese de götürmüşler dilekçeyi. Kısa zamanda da kiliseler açılmış. Dedeme çokça teşekkür etmişler.
Bayramın ilk günüydü. On dört belki on beş yaşındayım. Bana da terlik alınacaktı bayrama. Siz durun durun bayram günü Canan’a terlik alın! Dükkanlar hep kapalı. Canım babam arife günü alsaydın ya terliği… Babam kalktı “ben gidip alırım” dedi. Çarşıya gidip dükkanı açtırmış, terliği alıp getirdi.
Canan Aydemir on yedi yaşında Ayhan Bey ile nişanladı ve yedi ay sonra evlendiler. Canan Aydemir’in Hazal ve Emel adlı iki kızı oldu. Ardından Hasan ile Melih adlı iki oğlu oldu. Canan Aydemir, eşini elim bir trafik kazası sonucu kaybettiğinde otuz yaşındaydı. Canan Aydemir’in çocukları küçüktü, onlar için çokça fedakarlıklar yaptı, çalışıp tek başına çocuklarına baktı.
Eşim Ayhan’ı ilk kez nişanımızda gördüm. Annem nişandan önce Ayhan’ı göreyim diye çağırmayı teklif etti. Ama ben istemedim nişanlanmadan görüşmeyi. Çok katı kurallarım vardı. Ayhan anneme şaşkın şaşkın bakıp “beni görmeden nasıl kızını bana verdin, kör müyüm, topal mıyım bilmeden” diye sordu. Annemde körsen de topalsan da kabulümüzsün.” dedi. Yedi ay kadar nişanlılığımız sürdü. Haftada bir ziyaretime gelirdi. Başta beğenmedim Ayhan’ı. Onun zoruyla beğendim desem inanır mısın? Zamanla kendisini bana sevdirdi.
Nişanlıyım, yakın zamanda evleneceğim, kardeşim Rezzan’a yemek yapmasını öğretiyordum. Artık yemekleri onun yapması gerekecekti. Annem kanaviçe ve dantel yapmaya durdu mu yerinden kalkmazdı. Patates yemeği ile başladık. Rezzan patatesleri öyle bir soydu ki yarısı çöpe gitti. Kız yapma, öyle değil çok derinden soyuyorsun desem de hiç oralı olmadı. Kendi bildiği gibi yaptı. Tabi sonra çok güzel öğrendi, eli pek lezzetlidir Rezzan’ımın.
Babam evleneceğim vakit çeyizime semaver almıştı. Ama nasıl güzel hem kömür ile hem de ceryan ile çalışıyor, kocaman. Çocuklarım hep “iyi ki dedem bunu almış anne” derlerdi. Öyle bir çeyizim vardı ki kanaviçeler, danteller, yedi tane karyola takımı… Hep ipek hep tafta üstüneydi, gelenler mest oldu lambayla bakıyorlardı tek tek…
Yeni gelinim, eşim şantiyeye gitti bende köye gittim eltilerimin yanına. Orak ayı idi. Kaynanam “yorgan yüzlenecek” dedi o sırada da bir komşusu geldi ona ilaç hazırlayacak. Kalabalığız on beş kişiyiz, ikişerli yatıyoruz. Geçtim içeri başladım yorganları yüzlemeye, bir saate bitirdim. Kaynanam hala komşusuyla meşgul, seslenerek “anne yorganları yüzledim biraz hava almaya bahçeye çıkacağım” dedim çıktım. Biraz zaman geçti, kaynanam yorganlara bakmaya gitti. Bende peşine gittim, kaynanam “kızım sen nasıl o yorganları bir saate yüzledin, çok güzel yüzlemişsin yavrum” dedi. Rahatladım, içimden çok şükür dedim.
Daha evde durmayacağım, tarlaya gideceğim diye aklıma koydum. Söyledim onlarda tamam dediler. Tarlaya gittik. Amaan, tarla ne kadar zormuş Rana! Orağı aldım, ot kesmiyor Ya Rabbi Ya Resulullah. Nasıl bir şey ekin, ne kadar kuvvetli biliyon mu? Kesemiyorum. Elimle bir kavradım, ellerimi bıçak gibi kesti buğday. Ellerim kanlarda kaldı, yarıldı. Kayınlarım çıldırıyor. Olsun bir şey olmaz diyorum “yok bu nasıl bir şey, nerden getirdik biz seni” dedi eltilerim. Neyse eltilerimi teselli ettim. O gün güneşten de burnum kanadı, güne alışık değilim ki ayı bacada günü tasta görüyoduk. Neyse bunlar beni bir yığının dibine soktular “sen burada otur, dinlen” dediler. Böyle bir anıdır, ilk tarlaya gidişim…
Çocuklarımı birer birer evlendirdim. Kırklı yaşlarımdayım. Oğlum benzinlikte büfe çalıştırıyordu. Oradaki anne kediyi bana getirdi, evde kuzular gibi besledim onu. Yavrularıyla benim evde yaşıyorlardı, bahçe de vardı. Benzinlikle aramız on dört kilometre var. Bir gün anne kedi benzinliğe gitmiş, ortada yok. Yavruları aç, korkuyorum ölecekler diye. Ertesi gün geldi, emzirdi yavrularını. Ne küçük, tatlı şeylerdi…
Şimdi oturduğum apartman dairesine yeni taşınmıştım. Yine bir kedi besliyordum, bu sefer ki yavru. Evde yaptığım yemeği yemedi, suyuna ekmek banıp verdim yemedi. Öyle üç gün geçirdik. Baktım ki bu kedi dışarıda yemeğe alışmış, ev yemeğini yemiyor. Sepete koydum, balkondan aşağı saldım. Yere bir, iki metre kala bu zıpladı yere. Nasıl sırtını toprağa sürüyor, debeleniyor. Anlayacağın keyfi yerine geldi yavrucağın.
Çok şükür evlatlarımı büyüttüm, evlendirdim emek emek. Elbette zor zamanlarım oldu ama her zaman çocuklarım en büyük yaşam kaynağımdı. Yaptığım el işleri gibi hayatımı ilmek ilmek dokudum.
En sevdiği kitap: Maarifetname
En sevdiği film: Boş Beşik
En sevdiği şarkı: Ben Bir Küçük Cezveyim Elden Ele Gezmeyim