Firdevs Karıman - Makedonya’dan İstanbul’a Bir Yaşam Öyküsü
Mehmet Beyazova - Yolum Daçka'dan Geçti
Çocukluk
Çocukluğum güzel geçti. Tepebaşında, Pera Palas’ın karşısında soldan ilk sokakta otururduk. Annem üç kız kardeşlerin en büyüğüydü. Tepebaşında yaşadığımız bu evde teyzelerimden biriyle altlı üstlü otururduk. Sokağımızın aşağısı Kasımpaşa’ya inerdi. Benim çocukluğumda biz çocuklar toplanır sokakta yakmaca, seksek ve ebe-tura-güzellik gibi oyunlar oynardık. Oyun faslının ardından akşam olduğunda simitçimiz gelir, simitçimizin o çok güzel yaptığı yuvarlak pandispanyalardan alır yerdik. Evde ise televizyon yoktu, eğlenmek için radyodan belirli saatlerde Arkası Yarınlar piyesini dinlerdim. Çocukken kıyafetlerimi annem dikerdi. Benim çocukluğumda konfeksiyon yaygın değildi dolayısıyla annem sık sık güzel elbiseler diker beni giydirirdi. İstanbul’da konfeksiyon anca ben ergenliğe adım atacağım zaman yaygınlaştı. Annem çok güzel köfte patates ve paskalya çöreği yapardı. Bayramlarda özellikle çok güzel ve çeşitli yemekler yapılırdı. Kurban bayramları dışında bayramları çok severdim. Kurban bayramlarını sevmezdim çünkü hayvanların kesilmesi beni üzerdi, o günler et yiyemezdim, üzülürdüm. Bayram vakti gelince evimize yakın bir arazide bayram yeri kurulurdu. Bu bayram yerlerinde dönme dolap, salıncak ve atlıkarınca olurdu, arkadaşlarımla beraber gider bu oyuncaklarda oynardık. Annem elleriyle bana her bayram iki tane elbise dikerdi çünkü yaramaz olduğum için illa bir tanesini yırtardım. Uslu bir çocuk değildim, şaka yapmayı çok severdim, yaramazdım. Dişli, tuttuğunu koparan böyle erkek çocuklara kafa tutan bir mizacım vardı çocukken. Annem beni bir kere manava marul almaya yollamıştı. O zamanlar marullar ipe takılırdı. Manavdan eve dönerken bir erkek çocuğu beni kızdırınca ipi sallayıp marulu kafasına geçirmiştim! O erkek çocuğu şimdi Nişantaşı’nda dişçi…. O kadar yaramazdım ki mesela annem beni fırına yolladığında geri dönüşte ekmeğin bütün kabuklarını yemiş olurdum.
Ergenlik
Sonraları yazları Sarıyer’e yazlığa gitmeye başladık. Evvelden ben çocukken orası plajdı. Yüzmeyi Sarıyer’in plajlarında öğrendim. Sarıyer’de 16 yaşımda ilk flört deneyimimi yaşadım… Yani Sarıyer’in yeri bende ayrıdır. Evde camın önüne oturup radyo dinlemeyi çok severdim. Ben camın önünde radyomla otururken flörtüm dışarıdan benim görebileceğim gibi yürür geçerdi. Onun yürüyüp geçmesiyle ben de hemencecik dışarı çıkardım, beraber Piyasa caddesine gezmeye giderdik. O zamanlar daha masumduk daha kapalıydı her şey, flörtüm şöyle bir elimi bile tutsa kızarırdım.
Maalesef 19 yaşımda annemi kaybettim. Annemi genç yaşta kaybettim ama anneannem ve babam hep yanımdaydı. Annemi kaybettikten sonra Tepebaşından Şaşkınbakkal’a taşındık ve Noter sokakta çok sevdiğim anneannem ve babamla beraber yaşamaya başladık. Anneannem her zor anımda, ne zaman hastalansam ne zaman başıma bir şey gelse hep yanımda olurdu. Şimdi 75 yaşımdayım ve hasta olduğumda hala anneannemi hatırlar ve özlerim. Ailem bana büyüklere karşı saygılı olmayı, insanlara yardım etmeyi yardımsever olmayı öğretti. 73 yaşımda talihsiz bir kaza geçirene dek, hayvan ya da insan, kimin yardıma ihtiyacı olsa ben gider yardımcı olurdum ama şimdi ben yardıma muhtacım. Mesela sokak hayvanlarına yardım etmeyi çok sevdiğim için eskiden çantamda hep kediler için ayrı köpekler için ayrı kuru mama taşırdım.
Şaşkınbakkal’da çok sevdiğim arkadaşlarım vardı. Gündüzleri Caddebostan ve Suadiye plajına akşamları ise Çiçek ve Budak yazlık sinemalarına giderdik. Arkadaşlarımla o dönem moda olan kısacık mini etekler giyer Bağdat Caddesinde dolaşırdık. O zamanlar modaydı, azıcık rüzgar esse külot görülecek kadar kısa miniler giyilirdi. Suadiye plajında denize girer akşamları da sinemaya giderdik. Geceleri sinemaya giderken babam beni bazen takip ederdi. Geceleri çıkmama izin verse de çok ihtimamlı, ilgili bir baba olduğu için emniyetimden emin olmak ister ve beni geceleri arkamdan takip ederdi.
Gündüzleri Caddebostan Gazinosu’nun kadın günlerine giderdik. Bu gazinoda Zeki Müren’i sahnede dinlemişliğim vardır. Şaşkınbakkal’ı ve orada yaşadığım hayatı özlemle hatırlıyorum. Şaşkınbakkal’da henüz öyle büyük market falan olmadığı için gençliğimizde Suadiye’den kalkar Kadıköy çarşıya giderdik. Kadıköy’ü özellikle de çarşısını çok severim, orası bana gençliğimi hatırlatır.
Liseyi Nişantaşı Rüştü Üzel Meslek Lisesinde okudum. Çocukken doktor ya da hemşire olmak isterdim. Çengelli iğneleri açar yastıklardan hasta yapar, hastalarıma iğne yapardım ama tam tersi oldu! Hemşirelik okulu yerine meslek lisesine gittim. Benim seçimim değildi… annem beni götürüp meslek lisesine yazdırdı. Hayalimin tersine gitmiş oldum ama meslek edindiğime de memnunum. Lisede okurken üç kez 19 Mayıs gösterilerine katıldım. Lisemizin bahçesindeki jimnastik salonunda öğretmenlerimiz bizi İnönü Stadı gösterilerine hazırlardı. O zamanlar stada Deniz Harp Lisesi’nden gelen erkek öğrenciler rozetlerinin arkasına adlarını, telefonlarını ve adreslerini yazıp beğendikleri kızlara verirlerdi. Arkadaşlarımla okul çıkışı pastaneye ve bozacıya giderdik. Benim şakacılığım tutar, bozaya mahsustan bolca tarçın döker arkadaşlarımın üstüne üflerdim.
Bayramlarda ve yılbaşlarında anneannem ailenin en büyüğü olduğu için hep bizim evimizde toplanırdık. Benim gençliğimde televizyon yoktu, hep beraber toplanır yemek yerdik ve tombala oynardık. Yılbaşında özellikle zeytinyağlı dolma ve hindi yapardık. Radyo ya da plak dinler, konken oynardık. Şimdi hatırıma Love in Portofino şarkısı geliyor! Ne çok severdim o şarkıyı… Hiç unutmam ilk televizyonumuzu babam ben 20-22 yaşlarındayken almıştı. Şimdiki gibi devamlı bir yayın olmazdı. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden hafta sonları deneme yayınları yapılırdı. Şimdiki gibi değildi akşam 12 gibi kapanırdı televizyonlar.
Yetişkinlik ve Çalışma Hayatı
Hem anneannemi hem babamı 28 yaşımdayken 8 ay içinde kaybettim ve tek başıma kaldım. Onları kaybettikten sonra bir ay Şaşkınbakkal Noter Sokak’taki evde bütün ışıkları yakarak uyudum. Biri Göztepe’de diğeri Suadiye’de oturan teyzelerim beni kendileriyle yaşamaya davet ettiler ama ben reddettim, kendi ayaklarımın üzerinde güçlü durmalıydım. Böylece 28 yaşımda babamın kaybıyla meslek hayatım başladı. O yaşıma kadar çalışma hayatım olmadığı için başlarda bir müddet kendimi hapishaneye girmiş gibi hissettim. O düzenin içine girmek bana bir hapis gibi geldi ama aynı zamanda da beni oyaladı, bana kendime bakma gücü ve cesareti verdi. Çalışmaya başladıktan sonra evimin ışıklarını kapatarak uyuyabilmeye başladım. Maddi ve manevi hiç kimseye muhtaç olmadan işimde ilerledim ve iyi para kazandım. Çok hırslıyımdır, çalışmayı ve işimi iyi yapmayı sevdiğim için başarılı oldum o kadar ki patronum ben işi bıraktıktan çok sonra bile benim yaptığım işi yapacak kadar iyi bir çalışan bulamadı. Üretim yapmak, ortaya bir eser koymak ve para kazanmak insana kuvvet veriyor ve hayata da anlam katıyor. Yeni nesillere her konuda, okul hayatında ve iş hayatında çok çalışmalarını telkin etmek isterdim. Şu an sağlığım el vermediği için çalışamadığım halde işimi güzel yaptığım için iş teklifleri almaya devam ediyorum. Disiplinli ve cesur tabiatım beni çalışma hayatında kuvvetli kıldı. Kaza geçirene dek, 73 yaşıma kadar çok hareketli, dolu dolu bir hayat yaşadım. Evimi süslemeyi, antikacıları gezmeyi çok severdim. Eskiden maaşımı biriktirip Nişantaşı’ndan ve Asmalı Mescit pasajındaki antikacılardan güzel objeler, biblolar alırdım. Sırf İstanbul’dan değil yurt dışında, İspanya, İtalya ve Fransa gezilerimde de evimi süslemek için alışverişler yaptım. Kaza geçirmeden önce hep çok sağlıklı, enerjik ve yaşından genç gösteren bir kadındım. Kazadan önce hiç kimse yaşımı tahmin edemezdi! Yaşım hep sorulurdu ama ben mahsus söylemezdim.
30 yaşımda evlendim. Aramızda on beş yaş fark olan eşim Robert Kolej mezunu çok iyi bir insandı, babası Galatasaray mezunu ve kurucularındandı, annesi ise öğretmendi. Eşim her istediğimi yapar, beni çok hoş tutardı. Evlendikten hemen bir yıl sonra hamile kaldım, oğlum dünyaya geldi ve ben 31 yaşımda anne oldum. Pakize Tarzi hastanesinde vaktinden yirmi beş gün erken doğum yaptım. Evladım yaşamayacak diye çok korktum ama çok şükür yaşadı. Pamuk gibi, şeftali yanaklı bir bebekti. Anne olmak bambaşka bir şey… insana karşılık beklemeden sevgi ve emek vermeyi, gerçek fedakarlığı öğretiyor. Oğlumun mizacı da benimki gibi yaramaz ve şakacıydı. İlkokulu Şişli Terakki’de okurken okulun mermerlerinin üzerinde kaymaca oynar, benim annemin diktiği bayramlık elbiselerimi yırttığım gibi o da her ay bir pantolon yırtardı. O pantolonlarının önünü yırtan çocuk şimdi kırk bir yaşında bir makine mühendisi oldu. Evli ve bir oğlu var. Babaanne olmak, canımın canına bakmak muhteşem bir his! Ben Göksel Akbaba… işte böyle yaşadım ömrümün 75 yılını.
En sevdiği şiir: Nazım Hikmet – Kuvayi Milliye Destanı