Tahsin İskent - Köşe Taşı İnsanlarım
Nilgün Ersoy - Bir Cumhuriyet Kadınının Hikayesi
Hep Bir Telaş Çocukluğum
Hiç tanımadığım ancak kültürünü hayatımda hep hissettiğim Erzurum topraklarında, 1962 yılında doğdum ben. Küçük yaşımda Ankara’ya oradan da İstanbul’a taşındık ailemle. Taşındıktan 1 sene sonra annem Ankara’ya geri dönmek istedi. Beni ve küçük kız kardeşimi alıp düştü yola. O zaman bir trafik kazası geçirdik. Henüz çok küçük yaşlardaydım. Kolum üç yerinden kırıldı bu kazada. Ankara’da tedavi ettiler ancak İstanbul’da yeniden doktora gittiğimizde kolumun iyileşebilmesi için yeniden kırdılar. Sanırım yaşadığım en büyük fiziksel acılardan biriydi.
Bir abla, bir abi benden küçük 2 kardeşe sahip olan 7 kişilik geniş bir aileydik. Ablam küçük yaşta evlenip ayrıldı bizden. Onun evliliği hayatımın en büyük kararının tetikleyicisi oldu. Ablam erken evlenince evin ablası ben oldum. Ufak bir bahçesi olan, içerisine merdiven ile inilen bir evde yaşıyorduk. 3 odadan oluşan evimizde hiç giremediğimiz bir odaya sahiptik. MİSAFİR ODASI! Annemin ödü kopardı bizi orada görürse. E tabi bizim de ödümüz kopardı o odada görünürsek. Güzel bir yer sofrasında yerdik yemeklerimizi. Erzurum’dan gelen çökelek, reçel ve sana yağ olurdu kahvaltılarımızda. Çökelek sofranın en gözdesi olurdu. Abimle o ufak bahçeye gelen kedileri beslerdik. Hayvanlara karşı hep bir hassasiyetim vardı. Bugün de evimde 7 tanesiyle ev arkadaşı olmak inanılmaz bir keyif.
İlkokul yaşlarındayken ev işleriyle ben ilgilenir, kardeşlerime ben bakardım. Annemle elimizde çamaşır yıkardık. Kalabalık ve aile ilişkileri güçlü bir aileydik. Her hafta bir aile üyesinin evinde sofralar kurulur, yemekler yenirdi. Bu eğlence de çocukların yeri genelde mutfakta paylarına düşeni beklemek olurdu. Hatta bir keresinde misafirler bizdeyken ben ve kardeşlerim odamızdaydık. Açlıktan dayanamayıp mutfağın kapısında annemin içeri gitmesini kolluyordum. Annem gittiği an kendime ve kardeşlerime tabaklardaki etlerden taşımaya başlamıştım ta ki annem fark edene kadar.
En küçük kardeşim doğduğunda ilk ben öptüm onu. Sırtımda gezdirir, Minik diye severdim. Annemden çok benimle vakit geçirirdi. Miniğim şimdi kocaman oldu, torunları bile var. Bir bilseniz hep bir telaş çocukluğum. Küçücük omuzlarım büyük yükler taşıdı. Koşamadım, oynayamadım. Hele bir de kız çocuğuydum ya. Ayıptır, büyüksün sesleri hala kulaklarımda.
Okul yıllarım kısa sürdü. İlkokuldan sonra devam edemedim. Abim ile aynı okulda okurduk. Neden bilmem arkadaşım Güler ile birlikte erkek çocukları ile çok kavga ederdik. Abim korurdu beni. Karne günleri ise abimin başına hep bir şeyler gelirdi nedense. Hatta o başka yöne bakarken rüzgârın karnesini uçurduğu bile olurdu. Hatırımda olan en canlı şey, baraka okulun soğukluğudur. Öyle üşürdü ki ayaklarım, soğuğu hala hissederim. 25 kuruşa aldığımız bir gazoz vardı. Şimdi ne içersem içeyim o tadı bulamam hiçbir meşrubatta. İlkokulda bir folklor gösterisine katıldım. Kırmızı saten bir şalvar, beyaz gömlek üzerine yelek ve kafama da fes takmıştım. Annem beni ve kardeşlerimi de alıp bir fotoğrafçıya götürmüştü bizi. Fotoğrafta tek başıma boydan gözükmek isterdim tabii ancak ablalığım orada da devreye girdi ve bir köşeye sıkışıverdim fotoğrafta.
Babam bir inşaat ustasıydı. Ben 13-14 yaşındayken Fransa’ya çalışmaya gitti. 3 sene kaldı orada. Annem hep birlikte oraya yerleşelim isterdi ancak böyle olmadı. Babama mektupları annem söyler ben ve abim yazardık. Babam yaz akşamları sinemaya götürürdü sık sık bizi. Çakmak Sineması’nda Cüneyt Arkın, Yılmaz Güney filmleri olurdu. Ben de çok severdim sinemaya gitmeyi. Bir keresinde annem evde yokken arkadaşlarım ile sözleşip sinemaya gitmiştik gizlice. Bilet kesen kişi abimin arkadaşı çıkmasın mı? Bana sordu orada sen Hamza’nın kardeşi misin diye. Evet cevabını verdiğimde biletimi bedava kesti. Bu kaçamaktan kârlı çıkmıştım. Filmden hemen sonra eve koşarak geldim benden önce abime söylemesin diye. Hep artist olmak isterdim. Belki filmler belki dergiler etkilerdi beni. O dergilerin birinde kendimi görmeyi gerçekten isterdim.
Artık Hiç Değilse Evimde Uyuyordum
Çocukluğumun hiç dinmeyen yarası ortaokul yaşlarımda bir ailenin yanında yatılı olarak çalışmamla başladı. 5 kişiden oluşan bu aileye benden küçük bir çocuğa bakımda destek oluyordum. O yaşımda ailemden uzakta olmak, hiç tanımadığım insanların yanında kalmak ne büyük cesaret. Henüz çocukluğunu geçmemiş hele de çocukluğunu hiç yaşayamadan halen daha çocuk olan bir kız çocuğuydum. Baktığım çocuğun oyuncaklarıyla ondan daha çok oynar, ilk kez bu evde gördüğüm televizyonun açılma saatlerini herkesten daha çok takip ederim. Öyle iyi insanlardı ki. Bana bir gün bile bu davranışlarımdan dolayı bir şey dememişlerdi. 15 günde bir kendi evime giderdim hafta sonları. Evin babası beni kendi evimin kapısına kadar bırakırdı. Ancak evimden o eve gidişimi tek başıma yapardım. Kız kardeşlerim ve abim divanda uyurken ben yer yatağında uyurdum. Yer yatağına bile sığamadım mı diye öyle çok düşünüyorum ki… O küçük, altın saçlı kız çocuğu bir kendi evine bir başkasının evine savrulur dururken kendine ne kadar yaklaşabilmiş, çocukluğuna ne kadar tutunabilmiştir acaba.
Çalıştığım bu evde çok fazla şey öğrendim. Yemekleri, kültürleri, dinleri benim bildiğim her şeyden çok farklıydı. İnsan ilişkileri nasıl güzelleşir bu evde öğrendim. Sevgiyi öğrendim. Evine çalışmak için gelen küçük kıza pembe panter izlerken dokunulmazı öğrendim. Ancak ne olursa olsun burası benim evim değildi. Yaklaşık 2 sene sonra daha fazla çalışmak istemedim. Sonrasında bir perdecinin yanında işe girdim. Artık hiç değilse evimde uyuyordum. Yatılı çalıştığım evden çıktıktan sonra bir daha orayı hiç anmadım. Kendime bile unutturdum orayı.
Kimi Beğenirsem Onu Alırım
Genç kız olduğumda, sapsarı saçlarım, renkli gözlerim ve güzel fiziğimle dikkatleri çekmeye başladım. Beni nerde görse dünürcüler istemeye gelirlerdi evimize. Benim ise cevabım hep aynı olurdu: ‘Hayır’. Katıldığım bir düğünde sahneye çıkan genç ile başladı kalbim kıpırdamaya. Gözlerimin içine bakarak şarkı söyleyen kişiden çok etkilenmiştim. Sahneden indikten sonra salonun bir kenarında buluştuk ve kısaca bir tanıştık orada. Meğerse aynı mahallede oturuyormuşuz. Salonda insanlar görür, annemler beni çağırır diyerek çok konuşamadık. Ancak ben o sıralar bir konfeksiyonda çalışıyordum. Tanışmamızdan sonra 1-2 kez iş yerime geldi. Bir gün ben işteyken bizim eve gidip beni annemlerden istemiş. Yanına hiç kimseyi almadan, bizim evden kimseye de haber vermeden yapılan bu ziyaret pek de sıcak karşılanmamış. Hele bir de sırada bizim evde misafir olunca. Annem o sırada elinde tavuk temizliyormuş. Elinde avucunda ne varsa bırakıp başlamış kovalamaya. Bunun üzerine kaçmamızı istedi benden. Henüz genç kızlık yaşlarımın başındaydım. Sen askere git ben seni beklerim dedim. Annemlerin onaylaması imkânsız görünüyordu. Anasız babasız birine vermeyiz diyorlardı. İlk kalp kıpırtım böyle sonuçlandı.
Yine böyle bir düğün-kına organizasyonunda bir kadın beni görüyor. Aynı gece başka bir kadın daha beni beğeniyor ve aralarında konuşarak beni kolumdan bir oraya bir buraya çekiştiriyorlardı. Çekişmeler canımı sıkmaya başlayınca hem herkesi güldüren hem de son noktayı koyan bir laf ediyorum orada ‘bırakın beni getirin oğullarınızı kimi beğenirsem onu alırım’. Herkes başladı kahkaha atmaya. Ancak bu lafım işe yaramış olacak ki ertesi gün kadınlardan biri oğlunu da alıp habersiz bir şekilde diğer isteyenlerden önce hemen bize geldiler. Ben bakamadım pek o sırada ancak gelen çocuk göz altından bana bakıyormuş bile. Vedalaşırken annemlerin yanında bana elini de uzatınca ben iyice bir utandım. Ailem bu çocuğu onayladı ve çok istediler. Ben hayır dedikçe onlar ısrar ettiler. Karşı taraf bize gelmek istiyor annemler ise onlara beni ikna edebilmek için bugün değil yarın, yarın değil diğer gün diyerek gün attırıyorlarmış. Ablamın erken evliliği hayatımın önemli kararının tetikleyicisi oldu demiştim ya. İşte o evlilik burada annemlerin beni etkilemesini sağladı. Ablam bilmediği bizden uzakta bir şehre gitmişti evlenip. Annemler de bak ne güzel yakında oturacaksın, evin tek erkek çocuğu eşin olur diyerek ikna ettiler beni. Eşimle işte o zaman nişanlandık.
Mahalledeki ablalardan görmüştüm, nişanlılar birlikte gezmeye çıkardı. Anneme bu isteğimden söz edince bir terlikle kovalama merasimi daha yaşandı. Ancak önünde sonunda annemi ikna edebildim. Nişanlımla birlikte bir pastaneye gittik. Buluşmaya hafif kiloş bir etek, apartman topuklu bir ayakkabı, kahverengi bir çanta, kahverengi çizgili bir hırka ile gittim. Kuru pasta yedik, limonata içtik. Çok fazla şey konuşmadık o zaman ama ben bugün anladım ki çok şey konuşmamız gerekirmiş. 4 aylık bir nişanlılık sürecinden sonra evlendik. Çocukluğu hep bir telaş olan ben, gençliğimi de adeta bir güz mevsimi gibi yaşadım. Savruk, dağınık… Evliliği çok güzel bir şey sanırdım ben. Meğer öyle zor, öyle sorumluluk isteyen bir şeymiş ki. Kayınvalidem ve kayınpederimle birlikte yaşadığımız evde kendimi çok yalnız hissettim. Annemleri, evimi, kardeşlerimi çok özledim. Evliliğe alışmak benim için çok zordu. Evliliğim hayalimdeki gibi değil, hiç kimsenin yaşamasını istemeyeceğim bir dünyaydı benim için. Adımın bile anılmadığı bir evde yaşıyordum artık. Evdekiler için ‘o karı’ olmuştum. Hayat mücadelem asıl o zaman başlamıştı sanki. 17 sene boyunca böyle bir yaşam sürdüm. Konuşmak gümüşse susmak altın diyerek devam ettiğim yaşamımda bünyem benim gibi düşünmemiş olacak ki buna karşı çıktı. Yaklaşık 1 ay hastanede kaldığım bir hastalık geçirdim. Doktorum orada bana hiç kafana takma diye telkinde bulundu. O günden sonra ne yaşarsam yaşayayım kendimi o kadar da üzmemeye karar verdim. Hiçbir şeye üzülmeyeceğim ve boyun eğmeyeceğim dedim.
Her karanlığın içinde barındırdığı bir aydınlık olduğu gibi benim karanlığımdaki ışıklarım da çocuklarım oldu. Onlar benim gücüm oldu. Evlendikten 1 sene sonra oğlumu kucağıma aldım. Oğlumdan 1 sene sonra da ortanca kızım doğdum. Kızımın doğumunu annemlerin evinde yaptım ve o zaman eşimin evine gitmek istemedim. Ancak kayınpederimin gelip beni almasıyla eve geri döndüm. Son çocuğum da 5 yıl sonra doğdu. Evlendikten sonra yaşadığım evde hep misafirdim sanki. İsterdim ki sabah gidip akşam vaktinde gelen bir babaları olsun çocuklarımın. Sakinliğimi hiçbir zaman kaybetmedim. Çocuklarımın huzurlu bir ortamda büyümesi için elimden geleni yaptım. Babam asla senin olmayan şeye dokunma derdi. Bu, bana verdiği, hayatıma yön veren öğütlerden biriydi. Dürüstlüğü hayatımın merkezine koydum. Bana ne yapılırsa yapılsın kendi dürüstlüğümden ödün vermedim. Çocuklarıma da bunu öğretmek istedim hep.
Bir Çocuğun Annesini Beklediği Gibi Seni Bekliyorum
Kayınvalidem ve kayınpederim ile yaşadığımız evden yine bir mücadele sonucu ayrı bir eve çıktım. Eski yaşadığım evin karşısında çok yakın bir yerdi. Çocuklarımı bu evde okula gönderdim, kar yağdığında hep birlikte oyunlar oynadık. Dışarıda yemek yer, pastaneye giderdik. Bu eve taşındıktan sonra hastalıklar peşimizi bırakmadı. Önce kayınpederim rahatsızlandı sonra ise kayınvalidem. Her ikisinin bakımını da ben üstlendim. Haftanın üç güne işe gider kalan günlerimde evde hasta ile ilgilenirdim. Bu süreç kayınvalidemin beni gerçekten tanıdığı zamanlar oldu. O zaman gerçekten muhabbet etmeye başladık ilk kez. Artık arkadaş olmuştuk. Bana ailesi, yaşamı ile ilgili türlü şeyler anlatırdı. Onu rahat ettirmeye çalıştım yanımdayken hep. ‘Bir çocuğun annesini beklediği gibi seni bekliyorum sen işe gittiğinde, gerçek evladım senmişsin ancak ben bilememişim’ derdi.
Kayınvalidemden sonra ise eşim henüz 45 yaşındayken Alzheimer hastalığına yakalandı. İlk yılında anlayamadık ona ne olduğunu. Sonradan belirtileri artınca bu hastalık teşhis edildi. Eşim artık bir bebekti benim için. Ona çiçekler gibi baktım 15 sene. Aramızda geçen huzursuzlukların, yaptığı sorumsuzlukların bir önemi kalmamıştı çünkü kendisi hiçbir şey hatırlamıyordu artık. Uzun bir tedavi süreci geçirdik. Egzersizler yaptığı bir derneğe gittik düzenli olarak. Ancak hastalığından 15 sene sonra vefat etti. Bu senelerde yaşadıklarım bir ömre bedeldi sanki. Kocaman bir adama çocuk gibi bakmak… Sadece dile kolay. Gittiği derneğe ne için gittiğini bilmezdi. Oraya çalışmaya gittiğini sanırdı. Oradaki görevlilerden gün sonu para bekliyor, alamayınca de sinirleniyordu. Ben de sabahtan görevlilere para verirdim akşam eşime vermeleri için. Böylece derneğe gitmesini de sağlayabildik hep birlikte.
Tüm bunlar bana çok şey öğretti. İnsanların gözünde nerede olduğumu ya da olacağımı düşünmedim yaptıklarımı yaparken. Eşim bugün yanımda değil. Ancak dün de dünden evvel de değildi. Onunla ilgili umutlarım en üst katlardan atladı hep. Ben onun için ne desem ne anlatsam eksik kalacak. Çünkü hayatımın en eksik parçasıydı benim için. Benim severek onun ise giderek bitirdiği bir parça.
Ben Kendimi Çok Seviyorum
Anne olmak hayatımın merkezi oldu. Gücümü çocuklarımdan aldım ve bu yaşamımın kaynağı oldu. Onlar beni hiçbir zaman üzmedi. Bende yaptığım her şeyi onlar için yaptım. Hayatımın en güzel yanı çocuklarımın yanımda olması. Oğlum 42 yaşında elektrik bölümü mezunu, kızım 41 yaşında gazeteci, en küçük kızım 36 yaşında güzellik uzmanı. Her birinin varlığı benim için çok önemli ve çok büyük bir gurur kaynağı.
Bugün, ortanca kızım ile birlikte Göktürk’te yaşıyorum. Anne ve babamı sık sık ziyaret ediyor, kardeşlerimle yakın ilişkilerimi sürdürüyorum. Gezmeyi, yeni yerler görmeyi çok seviyorum. Sık sık seyahat ediyorum. Torun sahibi olmak en büyük isteklerimden. Ben hala daha 20 yaşındaki enerjisini koruyan o genç kadın gibi hissediyorum. Pek çok hayalim var. Hayatımın uzun zamandır en büyük neşelerinden olan 7 çocuğa daha sahibim. 1 köpeğim ve 6 kedim ile aynı evi paylaşıyoruz. Onların sevgisi bana yetiyor ve büyük mutluluk veriyor. Kendilerini seveni biliyorlar ve aynı şekilde karşılık veriyorlar.
Tüm yaşamım boyunca en büyük destekçim her zaman kendim oldum. Bugüne baktığımda gururla Ben Kendimi Çok Seviyorum diyebiliyorum. Sabrım ile yaşadığım her şeyin üstesinden gelebildim.
Hayat yılın 4 mevsimi gibi. Karlar, yağmurlar, güneş… Sevgili ailem sanki kaderimi çizmişler gibi adıma güz mevsimi demişler. Olsun. Ben hayatımın fırtınalar içeren kışını da nefes aldırmayan yazını da bahara çevirmeyi hep çok iyi bildim. Sadece seyir zevki verdiği için sararmaz yapraklar. Sadece toz toprak saçımıza bulaşsın diye esmez rüzgâr. Bu mevsim öylesine Eylül, Ekim geçsin diye yaşanmaz. İyi ki varsın Ceyda. Sen güzel günlerin habercisi, yeni günlerin en iyi ev sahibisin.
En sevdiği şiir: Suç Bende Mi- Yaman Karaca
En sevdiği sanatçılar: Sezen Aksu, Neşe Karaböcek, Ferdi Tayfur
Suç Bende mi Pişman değilim Yaşadığım hiçbir şey için pişman değilim Ben yapmam gerekenleri yaptım Doğru bildiğim yolda yürüdüm Belki başaramadım ama Bazıları gibi geri dönmedim Paramparça olduysa da yüreğim Kimseyi yarı yolda bırakmadım Benle yola çıkanlar dönekse Suç bende mi... Ben hayallerimi hiçbir şey uğruna satmadım Değer verdiklerimi hiçbir şeye değişmedim Mal mülk delisi olmadım Para için bazıları gibi değişmedim Elime düşeni ezip geçmedim Kimsenin umutları ile oynamadım Ömrüm vicdansız insanlarla uğraşmakla geçti Hayatıma aldığım kişiler gurursuz çıkmışsa Suç bende mi... Kendimden geçtim sevdiklerimin uğruna Daldım derin derin uykulara Feda ettim gündüz gecemi boşu boşuna Düşünmedim sonunu hep inandım onlara Dost dediklerim birer birer yıkıp gittiyse Tutuğum el beni sırtımdan vurduysa Suç bende mi... Ben insan deyip sevdim Hayatımı sevdiğimin ayaklarına serdim Bir gülüşüne ömrümü verdim Onun huzuru için kendi sağlığımdan geçtim Dedim ya ben insan deyip sevdim Sorgusuz sualsiz inandım güvendim Sevdiğim bunları anlamamışsa İnsanlığını kaybetmişse Suç bende mi... Ben dost dedim yürüdüm İnsan dedim inandım Sevdiğim dedim güvendim Doğru bildim doğru kaldım Bu dünyanın kendisi yalanmış meğer Suç bende mi... Yaman Karaca