Netice Ulusu Altınay
Jale Aytaç Sarıdoğan - Hayat Bir Oyun
Gaye Çelik, 1953 yılında 19 Temmuz’da İstanbul’un Zincirlikuyu semtinde çekirdek bir ailenin ilk kız çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Babası bankada devlet memuru, annesi ise ev hanımıymış. 9 yaşındayken ‘Gamze’ isminde bir kız kardeşi olmuş. Bütün çocukluğunu Zincirlikuyu semtinde geçiren Gaye Çelik eğer hayatı bir kitap olsaymış ismini Zincirlikuyu koymak istermiş. Onun için orada yaşadığı anıların, arkadaşlıklarının çok ayrı bir yeri varmış.
“Eğer bir yaşıma dönecek veya yaşayacak olsaydım 20’li yaşlarımda Zincirlikuyu’da oturduğumuz zamanlara dönmek orda yaşamak isterdim. O zamanlar çok güzeldi.”
Hem çocukluğunu hem genç kızlığını geçirdiği mahallesini şöyle anlatır:
Mahallemiz çok güzeldi. Dışarı çıkardık, oyun oynardık, bisiklete binerdik. Dondurmacılar vardı, dondurma almaya giderdik. Köşe kapmaca oynardık, körebe oynardık, seksek oynardık, ip atlardık. Ama en çok yaptığımız şey bisiklete binmekti. O zamanlar bisiklete binmek bir tutkuydu bizim için. Zincirlikuyu’dan Bebek’e inerdik 7-8 kişi. Bebek’te bir yokuş vardı ama o yokuştan çıkmak imkansızdı. Kamyonlar dururdu. O kamyonların arkasına bisikletlerimizi koyardık, bizi Etiler’e çıkarırdı. Esentepe’de bir pastane vardı. Oraya giderdik bisikletlerde. Kızlı erkekli bir arkadaş grubumuz vardı ama hiç flört olmazdı, aklımıza bile gelmezdi öyle şeyler. Öyle güzel bir arkadaşlıktı. Hatta korkardık başka mahallenin çocuklarıyla konuşursak bizim mahallenin çocukları görürse diye. Hala daha hepsiyle görüşürüz. 15-20 günde bir kahvaltı yapıyoruz. Eşi olanlar eşiyle geliyor, bekar olanlar kendileri geliyor. Grubumuzda 6 erkek 6 kız vardı. Hepimizin bir lakabı vardı. Benim lakabım ise kavanozdu. Sürekli düştüğüm için bana kavanoz derlerdi.
Çocukluğunda ve eski zamanlarda olan Gaye Çelik’in bir diğer sevdiği ve özlem duyduğu şey ise o zamanların modası olmuştur.
Çocukken giydiği ve sevdiği kıyafetleri şöyle anlatır:
O zamanlar kıyafetleri annem dikerdi. Bu kadar mağaza yoktu. Nehir vardı, Vakko vardı ama oralara paramız yetmezdi. Annem çok örgü örerdi. Kardeşimle bize bir örnek elbiseler örerdi. Pantolonlarımızı bile annem dikerdi. Bol paçalar modaydı. Babam derdi ki ‘Kızım yürürken senden önce pantolonun köşeyi dönüyor ‘. O zamanların modası ise minilerdi. Mini giyerdik. O zamanki kıyafetler bile çok güzeldi. Siyah giyilmezdi. 18 yaşını doldurduktan sonra siyah giyebilirdin, makyaj yapabilirdin, topuklu ayakkabı giyebilirdin. O zaman genç kızlara siyah giydirilmezdi. Erkeklerde ise Barış Manço kemeri, Cem Karaca gözlükler modaydı.
Her genç kızın yaşadığı gibi, o da genç kızken bazı ünlülere hayranlık duyarmış. Arkadaşlarıyla birlikte hayaller kurarlarmış. Filmlerini izlemek için can atarlarmış. İzledikleri filmleri tekrar tekrar izler, kimi zamanlar aralarında canlandırırlarmış bile.
O zamanlar Filiz Akınlar, Hülya Koçyiğitler vardı. Ben o zamanlar Filiz Akın gibi olmak isterdim. Erkeklerden ise en sevdiğim ünlü Cüneyt Arkın’dı. Tam bir Cüneyt Arkın hayranıydım. Arkadaşım Oya, Tamer Yiğit, Mine arkadaşım ise Ediz Hun aşığıydı. Onların hayallerini kurardık, filmlerini canlandırırdık. Bir film vardı, ismi ‘Aşkın Saati Gelince’ idi. Hiç unutmam o filmi. Onları canlandırırdık bahçede. Benim en çok sevdiğim film Bülbül Yuvası’ydı. Her cumartesi bir kızın evinde toplanırdık. Annelerimiz giderdi. Annelerimizin kıyafetlerini giyerdik kıyafet balosu yapardık. O zamanlar ‘Bafra Sigarası’ vardı, filtresiz. 25 kuruştu o sigara. 10 kuruş toplardık onu içerdik. O zamanlar 15 yaşındaydık. Bir gün bir arkadaşımızın evinde biz sigara içiyorduk kapı çaldı. Biz sigaraları camdan attık. Ben ise o an ki heyecan ile cebime koydum, tuvalete girdim. Meğer onların ablaları varmış, o gelmiş. Benim elbisenin de cebi sigaradan delinmişti. Ben eve geldim o elbiseyi katladım katladım dolabın dibine tıktım. Annem bulamasın diye. Üstünden biraz zaman geçti annem bana elbisemi sordu. Ben de tabi ki yerini bilmediğimi söyledim, yakalanmamak için. Annem elbiseyi çıkarttı ve ‘Bunun ön cebinde yanık var’ dedi. Ben de ‘Üstüne oturdum’ dedim. Kafa var, mantık var ön cebi yanmış nasıl üstüne oturabilirim? Yutmadı tabi kadın. Annem seneler sonra dedi ‘Ben yutmadım onu’ diye.
Sağlıklı bir çocukluk geçirdik. O zamanın beslenmeleri de güzeldi. Çocukken benim hiçbir sorumluluğum yoktu. 9 yaşıma kadar benimle annem ilgilenirdi.
Çocukken geçirdiği hiç büyük bir hastalığı olmamış. O zamanlar çok organik beslenirlermiş. Çok sağlıklı bir çocukluk geçirmiş olmasının sebeplerinden biri olarak da bunu öne sürmüştür Gaye Çelik. Aynı zaman da çok rahat bir çocukluğu varmış. Çünkü annesi ona hiç sorumluluk vermezmiş. 9 yaşına kadar da hep tek çocuk gibi büyümüş. Anne ve babası onunla çok ilgilenirlermiş. Hatta kardeşi olacağı zaman babası istememiş. Ama annesi ilerde yalnız kalmasın diye kardeşi olmasını istemiş. Kardeşi olduktan sonra bile annesi ona kardeşine bakma sorumluluğunu vermemiş.
Kardeşinin olacağı zaman anne ve babasının arasında geçen ve hiç unutamadığı bir diyaloğu şu şekilde anlatır:
Annem, kardeşime hamile kaldığı zaman babam ikinci çocuğu istememişti. Annemle babam konuşurlarken duymuştum. Babam ‘Eğer ağlarsa ben bakmam, çıkar giderim’ demişti. Geceleri kardeşim ağlar ağlamaz yatağımdan kalkardım sırf babam gitmesin diye. Babam da beni yatağıma geri yollardı kızım sen niye kalkıyorsun uyusana diye. Ben de ‘Sen gitme baba’ derdim. Çok düşkündüm babama, çok severdim. İlişkimiz çok başkaydı onunla. Annem de ben ilerde yalnız kalmayım diye kardeşim olsun istemişti. Hiçbir zaman ben kardeşime bakmadım, onun sorumluluğunu bana annem hiç vermedi. Sonra sonra genç kız olunca annem biraz sıkmaya başladı. Annem disiplinliydi, babam daha rahattı. Annemin dediğine babam itiraz etmezdi. Babamın dediğine annem itiraz etmezdi. Babam çok namuslu bir adamdı. 5’te çıkardı 5.45’te eve gelirdi.
Annesiyle her şeyini paylaşmasına, arkadaş gibi bir ilişkileri olmasına rağmen babasına düşkünlüğü çok başkaymış. Babasını daha önce kaybetmiş. Onun kaybında yaşadığı üzüntüsünün çok başka olduğunu söyleyen Gaye Çelik, babasının kitaplarını, takım elbisesini ve el çantasını hala saklarmış. Babasının el çantasında ise, babasının küçükken kardeşi ve kendisi hakkında aldığı notlar varmış. Notlarda kaç kilo doğdukları, boyları, ilk dişleri çıktığı zamanı, ilk tırnaklarının kesildikleri zaman ve bir parça saç tutamları varmış. Daha önce babası bunları onlar için saklarken, şimdi o babasın yerine saklıyormuş. Çocukluğundaki en eski anılarını hatırladığında ise, babasının ona ilk bisiklet aldığı zamanı hiç unutamadığını söyler.
Benim Oya diye bir arkadaşıma bisiklet alınmıştı. Ben annemin babamın durumunu bildiğim için hiç istememiştim. Bir gün, cumartesi günü babam hiçbir şey söylemeden çıkıp gitti. Geldiğinde elinde Peugeot marka -en iyi marka bisiklettir- bir bisikletle geldi. Ay ben ne ağladım…onu ben hayatım boyunca unutamam.
Çekirdek ailesinde en çok babasına düşkün olan Gaye Çelik, geniş ailesinde ise en çok anneannesini, halasını ve dayısının eşi olan Gül yengesini çok severmiş. Dedelerini ve babaannesini küçük yaşta kaybetmiş. Ama anneannesi çok modern bir kadınmış. Öldüğünde bile ellerinde kırmızı ojeleriyle öldüğünü kendisine bakmayı çok seven bir kadın olduğunu söyledi. Gül yengesi ise genç kızlığında adeta onun için en yakın arkadaşmış. Bir rol modelmiş onun için. Sürekli dayısına çıkar yengesiyle vakit geçirir, ona saçlarını yaptırır, birlikte konuşur dertleşirlermiş. Ona flörtlerini anlatırmış.
Bir tane dayım vardı, o da üst katımızda otururdu. Dayımla aramda 11 yaş vardı. O benim daha çok arkadaşım gibiydi. Abi kardeş gibi kavga ederdik. Dayımın eşini çok severdim, ismi Gül’dü. Dayımın kızı da Gülben Ergen’di. Bir de oğulları vardı ama onu vurdular, vefat etti. Fakat yengemle dayım sonradan ayrıldı. Dayım sonra başka bir hanımla evlendi. Ondan bir oğlu oldu ama onlarla pek görüşmeyiz. Ama Gül yengemle hala görüşürüm. Öyle çok severdim onu.
Geniş ailesinin geçmişini, kökenlerini incelediğinde ise modern bir aileden geldiğini söylemiştir. Ailesinin üyeleri asker ve veteriner ağırlıklı meslek sahibi bireylerden oluşuyor. Çekirdek ailesinde ise hem babası hem annesi olsun ona çok güzel bir çocukluk verdiğini ve çok güzel yetiştirdiğini söyler. Fakat küçükken çok içinde kalan şeylerden biri de ailesinin onun bazı isteklerinde ona engel olmasıymış. Özellikle kariyer alanında olanlar. Bu onun hayatını çok etkilemiş.
Ailem çok moderndi fakat bazı şeylerde beni çok etkiledi. 14 yaşındayken ben bir defileye çıktım. Başak Gürsoy babama geldi dedi ki ‘Bundan iyi manken olur. Gel senin kızını manken yapalım’, yalvardı. Ama babam kabul etmedi. Sekreterlik kursuna gitmek istedim, hostes olmak istedim. Babam hiçbirine izin vermedi. Bir tek şey beni çok etkiledi. Ben liseyi bitirdikten sonra Merkez Bankası’na alımlar vardı. O zaman sınavla alınırdı. Ben de girmek istedim. Babam da o zaman Merkez Bankası’nda çalışırdı. İleride ‘Nurettin Bey’in kızı bu bankaya torpilli girdi’ dedirttirmek istemediği için babam beni bankaya almadı. Çocukken hayalim hostes olmaktı, çok da hevesim vardı. Ama şu an milyon verseniz o uçağa binmem. Uçak korkum var.
Bizim zamanımızda anneyi babayı dinlemek vardı. Bazı şeyler o yüzden olmadı. Ben bulaşıkları yıkamadan dışarı çıkmazdım. Büyüklere, öğretmenlere saygı vardı. Ben, büyük kızım 1 yaşında onunla birlikte sokakta gezerken ilkokul öğretmenimle karşılaştığımda saygı duruşunda durdum karşısında, elini öptüm. Öyle zamanlardı. O zamanlar saygı, büyük sözü dinlemek çok önemliydi.
Çocukluğunda, ailesiyle ve babasıyla olan anılarını bu şekilde anlatan Gaye Çelik, o dönemlerde arkadaşlığın ve flörtün çok başka olduğuna da değinmiştir. Kendisinin 14 yaşında genç bir kızken bir flörtü olmuş. Onu hiç unutamamış ve yıllar sonra ise tekrar karşılaşmışlar.
Benim de dinlediğimde beni etkileyen anısını ise şöyle anlatır:
Bizim orada bir erkek okulu vardı. Oradan talebeler çıkardı. Hepimizin bir flörtü vardı, mahallemizin çocuklarından gizli keserdik. Benim oradan bir flörtüm vardı ismi Remzi’ydi. O 18 yaşındaydı, ben 14 yaşındaydım. Bir arkadaşım anneme ağzından kaçırmış. Annem de bana ‘Sen 14 yaşındasın okuyorsun ne flörtüymüş bu?’ dedi. O zaman çocuk kafa diyemedim ki ‘Sen de 14 yaşında bulmuşun’. Biz bunla gizli gizli flört ettik. Ondan sonra koptuk. O Çanakkaleliydi. Liseyi bitirdi Çanakkale’ye gitti kendisi. 48 sene sonra karşılaştık.
48 sene sonra olan, belki de filmlere konu olabilecek olan 14 yaşındaki ilk aşkıyla karşılamasını ise şöyle anlatıyor:
Benim Zincirlikuyu’dan arkadaşım olan Halime ve Doğan’ın Ayvalık’ta yazlığı var. Doğan ise Halime’nin kardeşi. Doğan ile Remzi- benim çocukluk aşkım- deniz kenarında sohbet ediyorlar. Birbirlerini tanımıyorlar tabi onlar. Doğan da bilmiyor benim çocukluk aşkım olan Remzi olduğunu. Nereli olduklarını birbirlerine sordukları zaman, Doğan Zincirlikuyuluyum deyince, Remzi de beni soruyor. Doğan da beni tanıdığını söylüyor. Hatta eşimden ayrıldığımın da bilgisini vermiş. O gün tekrar görüşürüz diye diye ayrılıyorlar ikisi de fakat Doğan, o günün akşamı İstanbul’a geri dönüyor. Remzi de deniz kenarına gelir belki diye ertesi gün orda Doğan’ı beklemiş. Sonra bir şekilde kız kardeşine yani benim asıl arkadaşım olan Halime’ye ulaşıyor. Bana vermek için numarasını bırakıyor Halime’ye. Halime İstanbul’a dönüğünde bana olanları anlatıyor. Ama bana Remzi’nin numarasını vermiyor. Nedenini de hala bilmem. Bu olayın üstünden 5 sene geçiyor. Doğan ile Remzi yine Ayvalık’ta karşılaşıyor. Remzi bu kez Doğan’dan benim telefonumu istiyor ve kendisi bana telefon açıyor. Telefonda konuşurken ilk tanıyamıyorum tabi, çok şaşırıyorum. O zamanki ayrılışından sonra ilk görüşmemiz oluyor onunla. O da ayrılmış eşinden. O gün bugündür biz şu an hala görüşüyoruz. 7 yıl oldu tekrardan görüşmeye başlayalı. Evlenmeyi düşünmüyorum ama şu an arkadaş olarak görüşmemize devam ediyoruz. Onunla olan arkadaşlığımız çok farklı, çok farklı bir yeri var bende. Ayvalık’ta oturuyordu fakat şu an İstanbul’a taşındı.
Şu an hala görüşmektelermiş. O zamanlar onunla birlikte dinledikleri bir şarkı varmış ve şu anda da en sevdiği şarkı olan bu parçanın ismi Nesrin Sipahi’den ‘İçin İçin Yanıyor’ adlı parçadır.
Bir de Zeki Müren’in ‘Senede Bir Gün’ diye bir şarkısı vardı. Bu iki şarkı en sevdiğim şarkıdır. Hala eski plaklar durur. 45’lik plaklar, taş plaklar hala durur.
Genç kızlık dönemlerinin ise çok güzel geçtiğini hayatındaki en güzel zamanları olduğunu söyler. O zaman kendisi 4 sene kadar folklor oynamış. Birkaç kere tekstil sektöründe iş deneyimleri olmuş. Bir tanesi ise dayısının açtığı iç çamaşırı dükkanıymış. Dükkânın ismi ise dayısının eşinin ismi olan Gül’den gelmekteymiş. İsmini gül ve ben anlamında koyup, dükkâna ‘Gülben’ ismini veren dayısı. Daha sonrasında bir sene sonra doğacak olan kızına, yani Gülben Ergen’e bu ismi vermiş. Onun, isminin ise böyle bir anıya sahip olduğunu anlatmıştır kendisi. Burada biraz çalıştıktan sonra kendisi kot taşlama işine girmiş. El işlerini sevdiği ve meraklı olduğu için burada çalışmaktan oldukça keyif alıyormuş. Orada patronuyla çok güzel ve yakın bir dostluk kurmuş. Onunla birlikte gezerlermiş. İkisi de o zamanlar ünlü olan Rum şarkıcı Fedon’a hayranlarmış. Hep onun çıktığı mekanlara gider, onunla konuşurlarmış. Kendisi daha sonra onunla tatildeyken karşılaşmış fakat yanına gidip konuşma cesaretini gösterememiş.
Daha sonra kendisi 18 yaşındayken mahallesinden bir talebeyle nişanlanmış. Fakat nişanından 8 ay sonra nişanını atmış. Başka birisiyle tanışmış ve 30 yaşındayken evlenmiş. Evliliğin iyi olduğunu düşünen ve çocuk sevgisi çok olan birisi olmasına rağmen ne yazık ki evlilik hayatı onun için çok talihsiz geçmiş.
Bir tane kısmetim vardı, onunla da aileler vasıtasıyla tanışmıştık. Prenses Dikiş Makineleri’nin sahibinin oğluydu. Oturup, çay içip tanışmıştık. O zamanlar aileler tahkikat ederlerdi, hemen vermezlerdi. Babam çok titizdi, ‘Ben o aileye kızımı vermem’ derdi. Meğerse küçük kardeşi esrar kullanıyormuş. Babam ondan istemiyormuş. Annemle babam ne yapacağız, ne edeceğiz diye düşünürlerken çocuğun ölüm haberi geldi bize. Çocukta evleneceği için fabrikanın bahçesinde arkadaşlarına çay ikram ediyormuş. Bu damperleri kamyonlar vardır. Onların arkalarında kocaman kancaları olur. O gün o kamyonlardan biri geri geri gelirken onun sırtına geliyor ve bu kötü kaza sonucu vefat ediyor. Annemle babam da sonra bana nasıl söyleyeceklerini kara kara düşünüyorlar. Gazeteleri elimden alıyorlar, ben de gazeteyi geri alıyorum. Gazeteyi bir açıyorum ölüm haberini görüyorum. Öyle içime oturmuştu ki o… İnanır mısın aradan bir hafta geçti küçük oğluna istediler. Babam ona da vermedi. Zaten ondan dolayı vermek istemiyordu.
Fakat ondan önce ben 18 yaşında bir talebeyle nişanlandım. Bizim mahallemizde talebeler otururdu. Remzi gidince onunla flört etmiştik. Bunlar Antalyalıydı. Annemle Antalya’yı ziyaret ettik. Ama gittiğimizde bir baktık bildiğin köy. Şimdiki gibi modern filan dedi. Kayınvalide şalvarlı başında yemeni. Annem istemedi. Benden kuyudan su çekmemi ister, ben çekmeyi bilmem. Kaynanam yoğurdu elime veriyor ‘Git bunu tavana as’ diye. Asamazsan da kafana yumruğu yersin. Nişanlım da kimya mühendisi. Döndüm o zaman nişanlıma dedim ki ‘Sen evlenince burada mı oturacaksın?’. O da bana ‘Ben burada köyde oturacağım’ dedi. Ben de ‘Al kardeşim sen köyünü’ dedim ve 8 ayda nişanı attım. Annemle geri döndük. Köyde yapamazdım, yapılmazdı.
Sonradan karşıma eşim çıktı. Flört döneminin ardından evlendik. İyi bir aileydi. Benim imam nikahım kayınvalidemin imam nikahı ile beraber kıyıldı. O zaman dördüncü kocası ile evleniyordu. Kayınvalidem çok hoş bir kadındı, eşim de yakışıklıydı. Eşimle, Toygun Ateş diye bir tiyatrocu vardır, onun vasıtasıyla tanışmıştık. Onun arkadaşıydı. 14 Eylül 1979’da evlendik. Eşimin anneannesi vardı, yatalak. Dışarı atmışlardı. Annem dedi ki ‘Alacaksınız’. Biz de onu bizim eve aldık ve ona bakmaya başladım. Annem gelirdi bana yardıma. Karnım burnumda, hamileyim onun altını değiştiriyor, o bezleri yıkıyorum. O bezleri asıyorum, kuruyor. Sonra tekrar bağlıyoruz altına. Hamile halimle onu kaldırıyor konduruyorduk annemle birlikte. Ta ki Nisan ayına kadar, Nisan ayında vefat etti. O evde öldükten sonra biz başka eve taşındık. Evlendikten 9 ay sonra ilk kızım doğdu. Ama eşim o kadar mesuliyetsizdi ki. Bir gün hiç unutmuyorum ben küt böreği alayım dedi ve 3 gün gelmedi eve. Eşimin Hilton Oteli’nin içinde çiçekçi dükkânı vardı. Ama uyumaktan, tembellikten dükkanını kaybetti. İşe gitmeye gitmeye batırdı. Zaten çok içki içen bir adamdı, evin yolunu bulamazdı. Akşam saat 6’da başlar sabaha kadar içerdi. Daha evvel içiyormuş ama bilmiyordum. Evlendikten sonra meydana çıktı. Eve geç geliyordu ya da gelmiyordu. Anneme, babama yalan söylüyordum. Çocuklarla ilgilenmiyordu. Çocukların okuma bayramı vardı ‘Bana ne benim babam gelmiyordu ben mi geleceğim’ dedi, gelmedi. Sonra Hilton’u batırınca ‘Ben Marmaris’e yerleşeceğim’ dedi. ‘Tamam’ dedik, Marmaris’e gittik. Eşyalı bir ev tutuldu, çiçekçi dükkânı ise evin altındaydı. Bana dedi ki ‘Gaye bana yemek indirir misin?’. Aşağı bir indim adam yok. Çalışan işçilere sordum. Öğrendim ki Fethiye’ye maça gitmiş. Benim haberim yok, ben kaldım tek başıma. Marmarisliler de İstanbulluları hiç sevmiyor. Ben kaldım mı biri 5 biri 8 yaşında çocuklarla, cebimde de para yok. Dedim ki ‘Yok bu iş burada olmayacak’. ‘Ben İstanbul’a dönüyorum hadi allahaısmarladık.’ dedim, döndüm. Annem ayrılmayalım istedi. Kız kardeşim o zaman Marmaris’e gelmişti, anneme telefon açmış. ‘Anne bak Gaye ölüyor. Durumu çok kötü. Ayrılması gerek’ demiş. O zamanlar 48 kiloya düşmüştüm, kolumda yaralar çıkmıştı. Sonra babam ‘Hemen atla gel. Sakın çocuklarına da bırakma’ dedi. Ondan sonra 3 tane otobüs bileti aldı bize. 1 tanesi 3 kişiye satılmış. Babam bana dedi ki ‘Bak kızım ayakta geleceksin onca yolu. Olmaz başka zaman gelirsin, yarın gelirsin’. ’Hayır’ dedim. İki çocuğumu oturttum. Ben merdivende geldim Bursa’ya kadar. Bursa’da yerler boşaldı öyle oturdum. Sırf Marmaris’ten bir an önce gidebilmek için. Evliliğimiz orada bitti, çok yalvardılar barışalım diye, istemedim. Mahkemede hâkim bana ‘Ne istiyorsun?’ diye sordu, ben ‘Bir tek çocuklarımı istiyorum’ dedim. O zamanın parasıyla 5 lira küçüğe 5 lira büyüğe istedim onları da vermedi. Mahkemeye verdim, yine alamadım. Çocuklarımı kaçıracaklar diye okulun önünde beklerdik babamla birlikte. Büyük kızım evlenirken ‘Babandır ara’ demiştim. Öyle, mecburi geldi düğününe. Ama küçük kızım istemedi bile düğününde. Torunlarımın doğumuna bile gelmedi. İki torunu var, ikisini de görmedi. 3 sene oldu öleli, ben cenazesine gitmedim. Çok çektirdi, dayağı yoktu ama çok mesuliyetsizdi. Bana demişti ki ‘Sen kendi baban gibi baba arasaydın evde kalırdın’. Tabii benim babam gibi bir baba nerde vardı ki?
İkinci kızıma hamileyken çok aldırmak istedim hiç ilgili olmadığı için. Kızım 5 yaşındayken ayrıldık zaten. Evliliğimizin tek iyi yanı çok gezdirirdi. Ama döndükten sonra üç gün eve gelmezdi. Evde sohbet yoktu, konuşma yoktu. Gece eve gelmese de rahat yatsam diyordum. Anahtarı olmasına rağmen zili çalardı. Gece üçte ona yemek hazırlardım. Sabaha kadar video izlerdi. Hem içer hem televizyon seyrederdi. Envai çeşit meze hazırlardım. Oturduğumuz apartmanın yanı diskotekti. Kar fırtınasının olduğu bir havada bekledim onu, gelmedi sonra uyudum. Bir süre sonra evden sesler duymaya başladım. İçeri gittiğimde bir adam ve bir kadının oturduklarını gördüm. Eşim ‘Dışarda kalmışlar arabaları bozulmuş ben de eve getirdim’ dedi. Adam ertesi sabah gitti ama kadın bizde kaldı. İçerde, koltukta yatıyor. Ben de uyuyamamış, sabahı sabah etmiştim. Çılgına dönmüştüm. Ertesi sabah kalktı eşim hiç umursamadan işe gidiyordu ne yaptım ne ettim bir şekilde kadını götürmesini istedim. Artık onu nereye götürdü, nereye bıraktı bilmem. Bir hafta sonra gazetede kadının eroinden yakalandığını gördüm. Eşim onu bile umursamadı ‘Benim evimde mi yakalandı?’ dedi. Başka bir gün de yine bir kadın getirmişti. Onu da tuvalette ağlarken bulmuş, getirmişti. Gerçekten çok zor günlerdi, 9 sene sürdü evliliğim.
Biz ayrıldıktan sonra tekrar evlendi. Evlenmesi, çocuğunun olması ve boşanması 2 sene sürdü. Şu an diğer evliliğinden olan kızı 24 yaşında. Küçük kızım biraz konuşur ama büyük kızımın hiç iletişimi yoktur.
Babamla yaşamaya başladım, babam devlet memuruydu. O zaman çocuklarımı o yetiştirdi, yemedi yedirdi. O zamanlar muz çok bulunmazdı, babam muz getirirdi. Bize yerdirmezdi, çocuklara yedirirdi. İkisine de üniversiteyi okuttu. İki kızım da dedesine çok düşkündü. Gül gibi de büyüdüler. Çocukların her istediğini alırdı, hiçbir ihtiyacını eksik etmezdi. Ben tekstil atölyesinde çalışmaya başlamıştım. Kotlara tişörtlere baskı yapıyorduk. Patronum da çok tatlı bir kadındı. Onunla çok zamparalık yaptık. İkimiz de o zamanların meşhur Rum şarkıcısı Fedon hayranıydık. Onun çıktığı yerlere gider, en önde oturur izlerdik. O da bizi tanımıştı artık, gitmediğimizde ‘Geçen hafta niye gelmediniz?’ diye laf atardı.
İşinde çok severek, istekli bir şekilde çalışırmış. Şu anda da kendisi el işlerine olan ilgilisini 12 senedir gittiği el işi kurslarında göstermektedir. 12 senedir İstanbul’da İsmek’in düzenlediği kırk yama kursuna gidiyor. Masa örtüsü, tablo gibi çeşitli ürünler üretiyor. 69 yaşında ve yalnız yaşıyor ama hala çok aktif ve enerji dolu. ‘Kafamı dinliyorum, mutluyum’ diyor. Arkadaşlarıyla görüşüyor, torunlarına bakıyor, onlarla vakit geçirmeyi çok seviyor. Yürüyüşlerine çıkıyor. Babasından kazandığı ve hala devam ettirdiği kitap okuma sevgisiyle sık sık her türden kitaplar okuyor. Kendisinin en sevdiği yazarlar arasında Ahmet Ümit, Ayşe Kulin ve Yılmaz Özdil vardır. En sevdiği filmler ise Love Story ve Doktor Jhvagodur. Gezdiği gördüğü yerler arasında en çok sevdiği en kopamadığı yer ise Bodrum’dur.
Kendisine birkaç sene önce göğüs kanseri tanısı konulmuş ve tedavisini görmüş. Şu an kontrollerine devam etmekte. Huzurlu ve dinç bir yaşamı olduğu için mutlu olan Gaye Çelik, hayatının en büyük sürprizlerini, iyi kilerini torunları, kızları ve babası olarak tanımlıyor. Anne ve anneanne olmaktan büyük bir zevk alıyor. Bütün vaktini, bütün zamanını onlarla geçirirmiş.
Annelik yıllarına dair şunları anlatmıştır:
Benimle birlikte çocuklarıma bakan bir yardımcım vardı. Özge 1 yaşındayken bakkaldan geldiğimde Özge’yi masanın ayağına bağlamıştı. Dedim ki ‘Ne yaptın?’. ‘Kızım, cam siliyorum kovanın içine kafasını sokuyor, boğulacak. Ben de bağladım’ dedi. Ay ne gülmüştük o zaman. Veli toplantılarına gidince kızlarımın kardeş olduklarına inanamazlardı. Özge genç kızken motosiklet diye tuttururdu. İşe girdi, motosiklet aldı. Anneannesinin haberi yoktu, gizlice garaja koyardı. Anneannesi ‘Nereye gidiyor bu?’ diye sorardı. Ben de ‘Yürüyüş yapıyor’ derdim. Bir gün beraber çıktık, motosiklete bindik. Annem de bizi görmüş. Akşam eve geldiğimizde ‘Nereye gittiniz?’ diye sordu. Biz de ‘Bir yere gittik oradan geliyoruz’ dedik. ‘Motosiklet kimin?’ diye sordu. Ben de ‘Anne Özge motosiklet almış’ dedim. Annem düşüp bayıldı. Ta ki kızım evlendi, motosiklet faslı bitti. Gözde’den hiç çekmedim ama küçük kızımdan çok çektim. Eve hep geç gelirdi, onu beklerdim.
Onlarla öyle vakit geçirirdim ki, okul aile birliklerine girerdim. 23 Nisan’da gelen yabancı çocuklardan birisini misafir etmiştik bir keresinde. Tiyatrolara götürürdüm onları. Zaten bir tane arkadaşım ‘Gaye’nin çocuğu oldu, dünyayı unuttu’ demişti. Hep onlarlaydım, onlar benim her şeyimdi.
Şu an büyük kızı Gözde 42 yaşında pilates öğretmenliği yapmaktadır. Küçük kızı Özge ise 39 yaşında ve kendi işi olan bebek kıyafeti üretimini yapmaktadır. Bir tane Dağhan adında 20 yaşında torunu, bir tane de Pera adında 10 yaşında torunu vardır.
Sahip olduğu o büyük torun ve evlat sevgisine karşılık kendisinin söylediği ve benim de çok hoşuma giden bir sözü vardır: “Cevizin dışı evlat, içi torunmuş”
Anlattığı anılarıyla, çocuklarına ve torunlarına olan sevgisiyle o hem çok iyi bir anne hem de çok iyi bir anneanne olmuştur. Kendisi enerjisiyle insanı etkileyen, neşeli, cıvıl cıvıl, komik ve çok iyi bir öykü anlatıcısıdır. Hayatında acısıyla tatlısıyla yaşadıklarını tüm samimiyeti ve içtenliği ile anlattı. Yaşadığı güzel macera dolu, Zincirlikuyu’da geçen çocukluğuyla onunla bizde oralara gittik, o mahallelerde bisiklet sürdük. Biraz asi biraz flörtöz genç kızlık yıllarıyla biz de birlikte heyecanlandık, birlikte yaşadık o maceraları. Evliliğinde yaşadığı güçlüklerle ve onların üstesinden gelişiyle, yetiştirdiği iki çocukla kendisi bu dünyaya kalplerimize, hayatı ve yaşamayı seven bir insan olarak bir iz bırakmış oldu. İyi ki yaşamış, iyi ki anlatmış.
En sevdiği yazarlar: Ahmet Ümit, Ayşe Kulin ve Yılmaz Özdil
En sevdiği filmler: Love Story ve Doktor Jhvago
En sevdiği şarkı: Nesrin Sipahi – İçin İçin Yanıyor
En sevdiği şarkıcı: Fedon
Gezmeyi ve görmeyi en sevdiği yer: Bodrum