Nihal Kızıl

Uzun ince bir yol…
Toplum için çalışan bir eczacının hayat hikayesi.

“Kocaman bir evren içinde minicik bir gezegenin içerisinde minicik bir noktayız. Öyle bakıldığında bir hiçiz de diyebiliriz ama bizim bile bir iz bırakma olanağımız var ve ben başkalarının hayatına dokunabiliyorsam hayat anlamlı olur…” diyen Nihal Kızıl’ın hayat öyküsü 23 Aralık 1954 tarihinde ilk evlat olarak Isparta’nın o uçsuz bucaksız güzel doğası içerisinde başlıyor.

Doğum yeri olan Isparta’ya bağlılığı.

“İlkokul 1. sınıfı Isparta’da okuduktan sonra İstanbul’a geldik ama üniversiteyi bitirene dek her yaz karnemizi alır almaz doğru Isparta’ya giderdik. Ninem vardı orada. Rahmetli dedemin kendi eliyle yaptığı iki katlı ahşap bir evdi. Alt katta, aslında ahır olarak planlanan ama bizim hayvanlarımız olmadığından dolayı sandıklarla, küplerle dolu olan ve tıpkı masallardaki gibi esrarengiz bir odaydı. Sandıktan babama ait eski kitaplarını bulurdum ve okurdum. Üst katta hanay denilen yarı açık bir yerin içerisinde beş tane arı kovanımız vardı. Annem ve ninem arıcı kıyafetlerini giyinip bakarlardı biz de camların arkasından izlerdik onları, paha biçilmez deneyimlerdi bunlar. Bir tarafında bahçe diğer tarafında koca bir çay vardı. Isparta’da bütün çocukluğumun hatta yaşamımın en güzel anılarını yaşadım diyebilirim. Lise yıllığımın içerisinde arkadaşlarım “Doğum yeri olan Isparta’ya bağlılığı.” yazmışlardı ve gerçekten de benim için hâlen öyle.”

Adaleti ben ondan öğrendim.

İlkokula bir an önce heyecanla gitmeyi bekleyen Nihal Kızıl henüz 6 yaşını doldurmadan öğretmeni Mustafa Koç’un “Çocuğun bir zararı olmaz kayıtsız gelsin otursun, dinlesin dersleri” demesi üzerine okula başladığını, kendisine adaleti öğrettiğini ve hayatı boyunca unutmadığı anılarını aktarıyor.
“Isparta’nın Necatibey İlkokuluna gidiyordum. Oturduğumuz ev ile okul arası çok uzaktı. Bağlar bahçeler içinden geçiliyordu. Hele kışın hava çok sert olurdu, zaten ufak tefeğim. Bu zorluğa rağmen tek başıma okula gidip gelirdim. 1. sınıfın yarı döneminde diğer çocuklara karne verildi fakat ben resmi olarak kaydolamadığım için karnem yoktu. Ağlıyorum, ortalığı birbirine katıyorum benim neden karnem yok diye. Bunun üzerine öğretmenim bana bir karne hazırlayıp içerisine “Çocuk mahzun kalmasın diye verilmiştir. Geçerli değildir.” diye yazıp vermişti ve o karnemi hâlâ saklıyorum. Her şeyden öte adaleti ben Mustafa öğretmenimden öğrendim. Bir öğretmenin sadece bir sene içerisinde neler katabileceğini gösterdi bana.”

“Hadi gızım gidi ver Emine Akana’na bal çalıversin eline.”

Emine Ninesi genç yaşta dul kaldığı için kendi geçimini ve iki çocuğunu yani annesi ve dayısını halı işleyerek büyütmüş ve aynı zamanda çocuklarının eğitimine çok önem verirmiş. “Gerçek bir Anadolu bilgesi kadındı benim anneannem” diyen Nihal Kızıl bize ninesiyle ilgili anılarını paylaşıyor.
“Ninemin bir bal çanağı vardı ve içinde de petekli bal vardı. O petekli balı yaraların üzerine sürüp üstünü örttüğünde 3 gün sonra yaralar iyileşirdi. Hem antiseptik hem skleretizan, yani dokuyu onarıcı bir tarafı var. Mahallede kimin bir yeri yaralanırsa “Hadi gızım gidi ver Emine Akana’na, bal çalıversin eline” diye nineme gönderirlerdi. Yıllar sonra üniversitedeyken bir televizyon programında İngiltere’de balın iyileştirici özelliğine yönelik bilimsel bir yayın gösterdiklerine rastladım. O an dedim ki “ah benim Anadolu bilgesi ninem bunu seneler önce derdi ve uygulardı.”

“Babam benim övünç kaynağımdı… Annem zaten sevgi yumağı gibi.”

Ailesi eğitimli ve toplum için çalışan çocuklar yetiştirmeyi hep önemsermiş. “O yoksulluk içinde yine Cumhuriyet’in yetiştirdiği insanlardı” diyerek anne ve babasından edindiği değerlerden bahsediyor ve anılarla dolu çocukluğunu anlatıyor.
“Babam çağdaş ve sanatkâr bir insan olmasına rağmen biraz baskıcıydı. Kız enstitüsünde edebiyat öğretmeniydi, 3 tane şiir kitabı yazmıştı, keman çalardı, yöresel türküleri derlerdi ve solfej defterleri vardı. İmkanımızın az olmasına rağmen her ay Atatürk Kültür Merkezi’nde sergilenen tiyatro ve opera gösterilerine biletler alınırdı. Radyoda “Nihat Öztorun’dan alınan türkü derlemeleri” yayınlandığında çok sevinirdim. Edebiyatı ve şiir sevme tarafımı babamdan almışım. O benim övünç kaynağımdı. Annem ise küçük yaşta babasını kaybetmiş ve anneannemin emekleriyle öğretmen olmuştu. Öğretmen olarak atandığı yerde yani Siirt’te başlamış babamla tanışma hikayeleri. Annem tıpkı bir sevgi yumağı gibi… Dürüstlüğü, hak yememeyi ve çalışkan olmayı öğrendim. Sevildiğimizi hep hissettik ve ailemin bana öğrettiği bu değerlerden dolayı hep gurur duydum.”

Biz oyuncaklarımızı kendimiz yapardık, nasıl mı?

“Kafası taş gövdesi saman olan bir oyuncak bebeğim vardı. Annemin kahverengi yünden diktiği bir ayı ve at vardı. Kardeşim Namık ile haşhaş kabuğundan tabak, kestane kabuğunda kaşık yaparak mahalle arkadaşlarımızla evcilik oynar, gazoz kapağını gösteri bileti niyetine kullanır canlandırmalar yapardık. Çocukluğumda her 23 Nisan, 29 Ekim ve 10 Kasım’da şiir okuyan bendim ve o heyecanı anlatamam. Annem senede iki kez bana basma elbise ve gösterilerimize krapon kağıdından kıyafet dikerdi. Çok az parayla muhteşem gösteriler hazırlanıyordu okulumuzda. Üniversitede iken özel bir ortaokuldaki öğrenciye matematik dersi vererek kazandığım ilk parayla aldığım bir kumaşla annem bana elbise dikmişti, o elbiseyi hâlâ saklıyorum.”

Sorumluluk.

Zorlukları önce kendi kendine çözmeye çalışan ve yaşına göre fazla sorumluluklar üstlenen Nihal Kızıl “Erken yaşta sorumluluk almak insanın kendisine yönelik güvenini kesinlikle arttırıyor ve erkenden olgun hissettim kendimi ama üniversite yıllarımı daha az tadını çıkararak yaşamama neden oldu aslında” diyerek birkaç anısını aktarıyor.
“Mutfakta ve ev işlerinde anneme yardım ederdim. Annemin bir kuralı vardı. Yaz tatili de olsa, bir üst sınıfın derslerine erkenden çalışmaya başlardım. Erkenden bana sorumluluk almanın önemini öğretti. Bir gün hatırlıyorum ortaokula gidiyordum ve annem alışveriş yapmak üzerine beni Çarşamba Pazarı’na gönderdi ve “Git ve bir hamalla anlaş, ama dikkat et çok büyük bir adam olmasın kandırmasın seni. Kışlık hazırlıkları için kurutmak üzere 10 kilo patlıcan alacaksın ve getireceksin” demişti. Ben de o sorumluluğumu yerine getirerek eve dönmüştüm. Annem bana düzgün yapamadığım işler için hiç kızmazdı. Kendi başıma alışveriş yapma, yemek yapma ve giysi kumaşı alışverişinde bile kararı bana bırakırdı. Tecrübe kazanarak öğrendim hep, yaşayarak gördüm.”

“Bir insanın ruhu sanatla bütünleşirse, şiddete eğilimi de azalır.”

İlkokulu tamamladıktan sonra o zamanlar en iyi okullardan biri olan Fatih Kız Lisesi’nde eğitimine devam etmiş. Sanatsal faaliyet anlamında olduğu gibi çok yönlü olan okulunda cirit ve gülle atma dahil liseler arası spor yarışmalarında dereceler kazanılırmış. Çoğu öğrenci bu alanlardan birinde kendini geliştirirmiş. Kendisi de Fatih Kız Lisesi Korosunda imiş. Kıymetli öğretmenlerinin eğittiği koro ile İstanbul Teknik Üniversitesindeki ilk TV deneme yayınlarına çıkmış ve konser vermişler. “Çoksesli gençlik korosu” çalışmaları olurmuş. Hem batı formundaki çok sesli besteleri öğrenirlermiş, hem de ülkemize özgün halk müziğini. Tüm Türkiye’nin çalışıp paylaşarak refaha kavuşacağına, ülkemizin üretimle kalkınacağına dair sözleri olan şarkıyı anımsayarak mırıldanıyor.

♪ Gezsem Anadolu’yu ♪
“Demir çarık giysem, yola düzülsem, Kara bahtın kem yazısı döner mi?
Bir kuş olup tepelerden süzülsem, Yoksulluğun kör acısı diner mi?
Toprağın altına bir tohum girer, Gün gelir, her tohum bir fidan sürer,
Kökleri yürürse, her ağaç büyürse, meyveler olursa, Dert sona erer!...”

Mesleğime doğru ilk adım.

İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni ilk başta macera dolu olaylarla ailesinin yönlendirmesiyle okumaya başlasa da fakültedeki üstün başarısından bahsediyor ve sonrasında mesleğini çok severek yaptığını paylaşıyor bizimle.
“Özellikle babamın isteği doğrultusunda gitsem de sonradan bu karardan çok mutlu oldum ve mesleğimi çok sevdim. Nazi Almanya’sından Mustafa Kemal Atatürk’ün davetiyle ülkemize gelen bilim insanlarının yetiştirdiği hocalardan eğitimimizi aldık ve yoğun bir programın içerisindeydik. Çoğu kez yemek yemeden, mola vermeden saatlerce laboratuvarda çalıştığım günleri anımsıyorum. O dönem 170 öğrenci arasında doğrudan zamanında mezun olan sadece üç kişi vardı. Birisi de bendim. Her dersimi tek seferde verdim ve bir an önce mezun olmak, aileme maddi anlamda yük olmamak için hep çok çalışırdım.”

“O bir yıl bana ömür boyu yetecek kadar iş deneyimi kattı”

“Üniversitede kendimiz için çok yaşamadık. Ne aşk hayatı ne de özel hayat. Bir an önce üniversiteden mezun olup aileme ekonomik anlamda yük olmak istemiyordum. Hayallerimiz bir iş bulmak ve bir an önce hayata atılmaktı.” diyen Nihal Kızıl ilk iş deneyimini bir köyün fabrikasında kadın şef olarak çalıştığı günlerin zorlu ama deneyimlerle dolu anılarını anlatıyor.
“Sene 1976 ve biz yeni mezun olmuşuz. Bir gün Bilecik Vezirhan köyünde döküm emaye fabrikasında kadın şef aradıklarını öğrendik ve üç kız, üniversite sınıf arkadaşı olarak ailelerimizden de izin alarak çalışmaya gittik. Ben döküm ve emaye analiz laboratuvarı sorumlusu olacaktım. İdealist bir yaklaşımımız vardı ve bir an önce iş tecrübesi kazanmak istediğim için köyde çalışmak benim için hiç önemli değildi. Barınmamız için bize o köyün kahvecisinin evindeki giriş katını kiraladılar. Çok zor koşullarda çalışıyorduk, tüm o zararlı maddelerin içinde korumasız bir şekilde üretim yapıyorduk. Tenekede odun yakarak ısınmaya çalışıyorduk. O köyün kadınlarını da üretime katkı sunmaları ve ekonomik özgürlüklerini kazanmaları için bilinçlendirmeye çalışıyorduk. Bir gün; sanat enstitüsü mezunu genç işçi kardeşlerimiz işçi haklarının olmadığından dolayı bizden, yani 21-22 yaşlarındaki üç genç kadından hep birlikte o fabrikaya sendika getirmemizi istediler. Hep birlikte çalıştık çabaladık ve sendika getirdik. İşçiler sendikal haklarla birlikte yemek, çeker ocak vb. sağlıklı iş ortamı olanaklara kavuştular. Artık o fabrika yöneticilerinin işçileri pazar günü dahil istedikleri gibi çalıştırma hakkı da yoktu. Şirket yönetimi; sendika getirilmesi, kadın işçiler dahil örgütlenmeleri sendikaya üye olmalarından dolayı bizi suçladılar ve bu durum bizim işten çıkarılmamıza neden oldu. Bu olumsuz gibi görünen zor çalışma dönemi sayesinde artık ne istediğini bilen, dünya görüşü belirlenip netleşmiş ve kişiliği oturmuş bir kadın olarak İstanbul’a dönmüştüm ve asıl mesleğime dönerek 7 sene boyunca hastanede eczacı olarak çalıştım. Daha sonra da kendi eczanemi açtım.”

Özgürlüğüm…

Aynı hedefe yönelik çalışan iki meslektaş birbirlerini önce farklı illerdeki Çağdaş Eczacılar Hareketi içindeyken ve sonrasında İstanbul Eczacı Odası’nın Yönetim Kurulunda bulunarak yakından tanımışlar. Kendisi o dönem hastanede eczacı olarak görev alıyordu ve eşi de üniversitede asistandı. “Dostluk, sevgi hep ön planda oldu. Aynı şeyi düşündük aynı çerçeveden baktık. Ülkemizde ve dünyadaki toplumsal olaylara, insan, hayvan sevgisiyle ve doğadaki güzelliklere hep aynı yönden bakabildik. 42 senedir beraberiz.” diyerek hem özgürlüğü hakkında hem de birlikte üstesinden geldikleri zor zamanları aktarıyor.
“Oradaki dünya görüşü ve yol arkadaşlığı hayat arkadaşlığına dönüştü. Birçok evlilikte belki tersi olur ama ben evliliğimde özgürlüğüme kavuştum. Toplumda daha özgür olmama ve sorumluluk almamda eşimin çok ciddi katkıları oldu. Tabii zor zamanlar da geçirdik. Borçlanarak ve zor koşullar ile evlendik. Evlendikten bir yıl sonra ilk bebeğimizi kucağımıza aldık. O sırada çıkan bir yasa ile kamuda sağlık sektöründe çalışanların maaşları düşürülmüştü. Bizim de eşimle ikimizin de maaşları düştü. Yavrumun mamasını alabilmek için çok zorlandığımızı ve bir ay sonu mamasını sulandırarak bebeğimi beslediğimi hiç unutamam. (Hüzün dolu ses tonu). Bu zor zamanları hep birbirimize daha fazla kenetlenerek atlattık ve hem meslek hem aile hayatımızı çok güzel bir şekilde sürdürdük. Gerçekten seven bir insan karşısındaki insanı sömürmek istemez. Önemli olan yaşamı paylaşabilmek ve ilişkiye emek vermek.”

Annelik.

“Hani derler ya yemez yedirir giyinmez giyindirir, anne babalık öyle bir duygu” diyen Nihal Anne iki kız evladı hakkında bahsederken gözleri parlayan, duygulanan ve anne olmaktan mutluluk duyarak yavruları ile geçirdikleri o güzel anılarını paylaşıyor.
“Biz hep eğlenmek için bir yol bulurduk. Hafta sonları ben limonata ve sandviç yapardım, eşim de otobüs biletlerini alırdı ve kızımızı bebek arabasına bindirerek İstanbul Boğazı’na ya da vapurla Kınalı Ada’ya gider kıyıda balık tutardık. Bir gün tanımadığımız bir balık tuttuk, kaya izmaritiymiş böyle lacivert ışıltılı çok değerli bir balık. Balık yemeyi çok severiz ama o değerli balıktan sadece bir tane tutmuşuz. Çocuğumuzun o besin dolu balığı yemesi bizim için çok daha önemliydi ve biz onu güzelce pişirip yavrumuza yedirirken birbirimize öylece mutlulukla baktık. Hani derler ya yemez yedirir giyinmez giyindirir, anne babalık öyle bir duygu. Dikiş nakışta çok profesyonel değildim ama cici cici elbiseler dikerdim kızlarıma, örgüler örerdim. Bilinçli bir ebeveyn olarak eğitimlerine, yediklerine ve yaptıklarına çok dikkat ediyordum ama keşke bu kadar otoriter olmasaydım diyorum şimdilerde. Bir anne olarak onları çok seviyorum. İki kızım da İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okuyarak mühendis oldular, daha öğrenciyken çalışarak çeşitli yerlerde iş tecrübesi edindiler ve kısmen harçlıklarını çıkardılar. Büyük kızım bir sınıf arkadaşı ile evlendi. Daha iyi, insan haklarının gelişmiş olduğu ve özgür bir yaşam için şu an büyük kızım Avustralya’da küçük kızım da Belçika’da yaşıyor. Onların mutluluğu elbette bizi de çok mutlu ediyor ama keşke kendi ülkelerinde istedikleri hayatı yaşayabilselerdi ve daha iyi bir gelecek için gitmek zorunda kalmasalardı. Yanımızda olsalardı… (özlem dolu bakış).”

Semt eczacısı.

Hastanede yıllar boyunca emek vererek çalıştıktan sonra kendi eczanesini açıyor. Bu süreç ekonomik açıdan da kolay olmadı ama artık bir eczane eczacısı olmak çok güzel bir duyguydu. Çalışma hayatı boyunca eczacıların ve halkın haklarını savunmak için “Biz hep çağdaş, demokrat eczacılar olarak meslek çıkarını halkın çıkarıyla birleştirir ve öyle çalışırdık” diyerek çalışmalarını aktarıyor bizlere.
“Biz kamu eczacılarının çok az hakları vardı ve çalışma sürem boyunca örgütlenerek hak aramanın yasal olarak doğru olduğunu anladığım için hastanede çalışırken önce Kamu Eczacıları Derneği’ni kurduk. Sonra eşimle de tanıştığım İstanbul Eczacı Odası Yönetimi’ ne seçildik. Eczane açtıktan sonra da Eczane Sahipleri Derneği Yönetiminde çalıştım. Toplum yararını gözeterek riskli adımlar attık. Eczacı odasında çıkarttığımız “Havan” dergisinde ilaç sanayiindeki bazı yanlışlıkları yazıyorduk. 12 Eylül 1980 yılında tüm
meslek örgütlerindeki yöneticiler gibi üzüntülü ve zor günler yaşadık. Bizim insanımız korumasız haldeydi ve bazı ilaçların zararlarını bilimsel veriler ile destekleyerek kamuoyuna sunduk. Evlendikten 4 yıl sonra 1984 senesinde kendi eczanemi açtım. Kalfa yok, çırak yok ve ben sabah erken saatlerde gidip hem eczanemin temizliğini yapıyordum sonra da önlüğümü giyinip eczacısı oluyordum. Bir süre sonra eşim de üniversitedeki görevinden ayrılmak zorunda kalarak başka bir semtte eczane açmıştı. İkinci çocuğumu eczanemin bir odasında büyüttüm, benim yanımdaydı hep. Bizim için en önemlisi, ilaç firmalarının karlarını katlamalarına yönelik değil insanların sağlığının korunmasına yönelik çalışmaktı ve bu şekilde maddi anlamda çok olmasa da mesleki anlamda doyuma ulaşmıştım.”

Yaşam felsefem.

1996 senesinde, 41 yaşında artık maddi olarak insanca yaşayabilecek kadar rahatladıkları için ve çocuklarıyla da yakından ilgilenebilmek adına erkenden emekliliğe ayrılıyor. Aktif meslek hayatını sonlandıran ama hem meslek örgütünde hem de diğer derneklerde sosyal çalışmalarına hep devam eden Nihal Kızıl’ın yaşam felsefesi “Sırf kendisi için yaşamamalı insan.” diyerek bizlere topluma sundukları hizmetlerden bahsediyor.
“Gençliğimden beri toplumsal faaliyetlerde hep bulunmak istedim. Emekliliğimden sonra kendi hayat çizgime uygun ve Atatürk’ün ilkelerini benimseyen Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin Fatih Şubesi’ni kurduk ve orada çok yoğun bir çalışma hayatı devam etti. Bizim Türkan Saylan Hocamızın bir sözü vardı “Her eğitimli kadının bu Cumhuriyete ve topluma bir borcu var”. Dolayısıyla ben bu ülkede eğitimi aldım, donanım sahibi oldum ve bu öğrendiklerimi bir şekilde topluma geri vermem gerekiyor diyerek maddi bir karşılık beklemeksizin çalıştım. Dernek olarak toplumumuzdaki kadınlarımızın, gençlerimizin ve çocuklarımızın kendilerini geliştirebilmeleri adına çeşitli eğitimler sunduk. Maddi olarak zor durumda olan öğrencilerimize burs olanakları sağladık ve kız çocuklarımızın okuması için çabaladık. Önümüze engel konulsa da çeşitli baskılar yapılsa da pes etmedik daha çağdaş bir Türkiye için mücadele etmekten hiç vazgeçmedik.”

Hayallerim.

Her insanın büyüdüğünde gerçekleştirmek istediği bir hayali vardır ama Nihal Kızıl’ın hayali bambaşkaydı.
“Henüz üniversite 3. sınıftayken hayalim babamın memleketi olan Siirt’e bir ilkokul yaptırmaktı. Oradaki zor koşulları annemin bana anlattığı öğretmenlik zamanlarındaki anılarından biliyordum. O zamanlar herkesin hayali bir eczane açmak ve çok para kazanmaktı. Sınıf arkadaşlarım ise benim bu okul yaptırma hayalimin sadece boş bir umut olduğunu düşündüler. Biz de o zamanki gençlik zamanlarımızda aramızda bir anlaşma yaptık ve altına da imzamızı attık, üç arkadaş da şahit olarak imzaladı. O aramızdaki konuşma sonucunda imzaladığımız yazı hâlâ duruyor bende. Tabii yıllar geçti ve biz hayalini kurduğumuz kadar zengin olamadık, bir okul da yaptıramadık ama hep şuna avundum “Okul yaptıramadım ama; binlerce öğrenciye katkı veren ve okullar, yurtlar yaptırıp devlete veren bir sivil toplum örgütünde 1994’ten beri çalıştım, çalışıyorum.”

Mevsimin ilk kır menekşesi.

“Yaşamımı doldurabileceğim o kadar şey var ki. Eşim ile eski günlerdeki gibi termosumuza çayımızı koyup arabaya binip İstanbul’da hiç bilmediğimiz semtleri, ormanları keşfederiz ve o doğanın güzelliğini seyrederiz. Martta çuha çiçekleri açar ve bilirim ki çuhanın olduğu yerde kır menekşesi de olur. Çocukluğumdan beri o kokulu minik kır menekşelerini çok severim. Geçenlerde, Beykoz tepelerinde hemen aramaya başladım ve mevsimin oradaki açmış ilk ve tek menekşesini buldum. Mutluluğumu anlatamam (parlayan gözler). Sonbahar da ormanlara gidip koca yemiş buluruz veya böğürtlen toplayıp onunla bir kavanoz reçel yaparım. Kuşları, kedileri ve kuzuları bile görmek ve gözlemlemek müthiş bir şey. Herkesi mutlu etmez belki ama beni çok ediyor.”

Yaşama sevincim.

“İnsan yaşlandıkça hayatının muhasebesini çok sık yapıyor. Her yaşın ayrı bir güzelliği olsa da kendimi 50’li yaşlardaki gibi hissediyorum. Yine olsa yine hayatımın bu şekilde olmasını isterdim.” diyen Nihal Kızıl şu ana dek birçok ülkeyi ve Türkiye’nin neredeyse tüm illerini gezmiştir. Yaşamında bir çiçek, kedi ve dostla karşılaşmanın mutluluğunu, toplum için çalışmanın, paylaşmanın ve dürüstlüğün önemini gösteriyor bizlere. Gelecek nesillere “Sorgulasınlar ve sorumluluk alsınlar. Çok kısa bir ömrünüz var hızlıca geçiyor. Düşmanlık ve ötekileştirme içerisinde değil çağdaş insanca bir yaşamı ve bir arada mutlu olabilmeyi önemsesinler. Küçücük bir salyangoz izi kadar olsa dahi bu dünyada güzel anlamlı bir iz bıraksınlar.” diye aktarıyor okuyucularına.

“Ya Olduğun Gibi Görün Ya Da Göründüğün Gibi Ol” sözünü miras bırakmak isterdim…

Beyza Zahide Übeyli, Yazar
Beyza Zahide Übeyli, Yazar